Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. “Uygar ve milletlerarası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve tabiatıyla bunları tamamlamak üzere başta “siper-i şemsli serpuş”. Bu serpuşun adına şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! İsterseniz bildireyim ki, “bu kadar yüksek ve önemli bir sonuca varmak için, gerekirse bazı kurbanlar da verelim!”

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, 5. Baskı, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1997, sayfa 220,221, 222.

 Sanılanın aksine şapka Avrupa'da geleneksel olarak bulunan ve çok yaygın bir medeniyet sembolü de değildir. 15. asrın ilk yarısında çeşitli sarık türlerinin (belki bir çeşit "Türk modası" etkisiyle) Avrupa'da yaygınlaştığı görülmektedir. 17. yüzyılda ünlü Hollandalı ressam Rembrand sarık kullanmıştır. meşhur devrimci İtalyan Garibaldi’nin fesli bir tablosu vardır.

Halide Edip Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak, tarihçi Mete Tuncay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücüdür. Mete Tuncay ”Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde: ”Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine, gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimsede şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır. Çünkü görülmüştür ki, artık sorun ”fes” ya da ”şapka”yı değil, “onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” demiştir. Şapkasız başın omuzlara ağır geldiği zamanlardı.

Nitekim Fransız “La Presse” gazetesi de bu hususa değinmiş ve yayınladığı bir başmakalede şu sözlere yer vermiştir:

“Bir memlekette ki, başına hükümetin istediğini giymeyeni asarlar, orada Cumhuriyet olur mu? Sizde (Türkiye’de) Millet Meclisi mi var?”

La Presse gazetesi, 9 Eylül 1928 nüshası. Aktaran: Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris 1929) Altındağ Yayınları, İstanbul 1967, cilt 4, sayfa 1457.

 Şapka Kanunu, 1982 anayasasının 174. Maddesi kapsamında "inkılâp kanunları" arasındadır (yani bu kanun anayasaya aykırılığı iddia edilerek iptal edilemez.)

İstanbul’da bulunan şapkacılar şapka yetiştirmek için Avrupa’dan “gemiler dolulusu” şapka getirdiler. Halkın kelle gidecek korkusuyla şapkaya yaptığı akın karşısında Ankara’da şapkacılarda tek bir şapka bile kalmamıştı.

Bu durumu Paul Gentizon (Atatürkle yüz yüze röportaj yapmış Fransız gazeteci) “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” kitabında şu sözleriyle tasvir ediyordu

“Kıtlık günlerinde, bazı saatlerde ekmek fırınlarının önünde olduğu gibi, şapka dükkânları da adeta müşteriler tarafından sarılıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşturuluyordu.”( Paul Genziton, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, Çeviren: Fethi Ülkü, Üçüncü basım, Ankara, Bilgi Yayınları, 1995, sayfa, 99.)

Şapka pahalı olduğu için bazı evlerde bir şapka bulundurulur, lüzum ettiğinde dışarı çıkan şapkayı takardı. Aslında kanun memur olmayan vatandaşı mecbur etmiyordu. Eğer bir şey takacaksan bu şapka olacaktı. Kelleyi koruma korkusu mecbur ediyordu.

Iğdırlı Caferi bir arkadaşımız vardı. Bizde hacdan gelen kişi karşılanır, başına fötr şapka geçirilir demişti. Bak şu siperi şemsli serpuşa hacı kıyafeti oldu çıktı. Eğer biri hacı olmadan fötr şapka giyerse “Ne o hacı mı oldun” der alay ederlermiş.

Muş Vartolu bir arkadaşım da evdeki tek şapkaya benzer ceket anısını anlatmıştı. “Bizim köyde bir tane ceket vardı, o ceket her gün kasabadaydı” demişti.  

Şapka fiyatları o denli yüksekti ki, Hükümet, Yozgat Milletvekili Ahmet Hamdi’nin önerisiyle, şapka almakta zorluk çeken memurlara “şapka avansı” adıyla bir yıl vadeli olmak ve ileride maaşlarından taksitlerle kesilmek üzere borç vermeyi kabul etti. (TBMM 26.10.1341/1925 günü yapılan oturumda şapka tedariki için memurlara avans verilmesi teklif edildi…

Diyanet İşleri Başkanlığı da “şapka avansı” hakkından yararlanan kurumlardandı. Müftülerinde memurlara verilen elbise avansından yararlanabilecekleri, başvurmaları halinde kendilerine ödeneceği, illere gönderilen genelgeler vasıtasıyla duyuruldu.

Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Diyanet İşleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V35.5.44.6

DİB Bşk. Rıfat Börekçi, gönderdiği genelgeyle kendi görevlilerinin de şapka almaları gerektiğini, şapka fiyatlarının, memur maaşlarına oranla pahalı olduğu için memurlara 50’şer lira “şapka avansı” verileceğini bildirdi. Şapka fiyatları yükseldiği için bu avans 80 TL’ye çıkarıldı.

(Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, DİB Katoloğu, 051.V41. 8.67.20, (6.11.1926).

İl, ilçe ve köylerde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen din görevlileri, baş ölçüleriyle beraber, gerekli ücreti de İstanbul Müftülüğüne göndererek şapka satın almaya çalıştılar. 80 lira “şapka avansı” verilen dönemde 1 ekmeğin fiyatı ise

5 kuruş civarında idi. Yani 1600 ekmek parası (Habervitrini.com, 02 Eylül 2002)

 “Şapka Kanunu’na Muhalefet” suçundan Şalcı Bacı’yı idama gönderenlerden biri, gazeteci-yazar Çetin Altan’ın dedesi Kumandan Tatar Hasan Paşa’ydı. Altan: Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatırlarmış Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce “Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki” demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.

Resmi tarih: padişahların astığı astık, kestiği kestik der. O zaman Cumhuriyet dönemine de bir bakalım mı? Eski sadrazam Tevfik Paşa, şapka devrimine halkın fazla tepki göstermeyişine şaşırır. Falih Rıfkı Atay; “O vakitler doksan yaşlarına basan Tevfik paşa; Yahu bu festen de kolay geçti, sokakta hiç kimse taşlanmadı. Dediğini duymuştum dedi (F.R. Atay. Çankaya, Cumhuriyet Gazetesi yayını Kasım 1999. Sf:107)

Her yerde, her şehirde “Darağaçları” kurulmuş kim nasıl karşı çıkacaktı ki?

Erzurum’da halkın isyan ettiği Ankara’ya bildirmiş. Sıkıyönetim ilan edilip gece sokağa çıkma yasağı konmuştu. Emir üzerine halk evlerindeki silahları getirip örfi idareye (sıkıyönetim) teslim etmişler. 2500 tüfek toplanmış. Gazeteciler Vali beye sormuşlar:

Bu tüfeklerle devlete karşı kaç mermi sıkıldı? Vali beyin cevabı: Hiç!

O halde bu bir isyan değil, basit bir taşkınlık olayıdır. Şapka inkılâbını oturtmak için işin başında Erzurum’da 13 kişi idam edilmiştir ( İstiklâl Mahkemeleri’nin Tarihi Misyonu Şapka İnkılâbı ve İskilipli Âtıf Hoca’nın İdamı - Bahadır Kurbanoğlu)

Trajıkomik bir olay: Şapka devriminden üç ay önce, vakit gazetesi Ankara muhabiri Hikmet Şevki bey, bu kişi batı hayranı ukala ve kendini beğenmiş tiplerdendi. Ankara İstiklal mahkemesine haber için gider. Başında hasır bir şapka vardır. Mahkeme reisi Kel Ali, Mehmet Şevki'yi şapkalı görünce; kendini kaybeder ve: Nedir bu kepazelik, baban da mı şapka giyerdi, anandan şapkalı mı doğdun (…) (küfürlü kelimeler sarf ederek) dövüp, mahkemenin merdivenlerden yuvarlıyor. Bu olaydan üç ay sonra Atatürk'ün Kastamonu dönüşünde Ankara’da istasyonda karşılayanlar arasında Kel Ali’de var. Tabi ki kel Ali’nin kel başında şapka var. (Cesaretin varsa takma)

Şapka reformuyla çarşafın ve fesin atılmasıyla ilk aklıma gelen şey, şapka yapmak oldu. Kapalıçarşı’da bir dükkân açmıştık. Şapkaları gece hazırlar, gündüz satardık. Cumartesi günleri kuyruk olurdu. Öyle kuyruk olurdu ki, izdihamı önlemek için polis çağırırdık. Şapkaların çoğu bayan şapkasıydı ama millet alıyordu. Biz Vakko olarak varoluşumuzu Batılılaşma süreci içinde yer alan kıyafet devrimlerine borçluyuz.

Dr. Rıza Nur için “deli, mecnun” diyerek devrim muhafızlığı yapan Kemalist yazarlar şunu bilmeliler. Madem bu kişi mecnundu niçin Moskova ve Lozan antlaşmalarına delege olarak kattılar? Niçin ilk Milli Eğitim ve aynı zamanda Sağlık Bakanı yapıldı?

Rıza Nur, halkı cepheye sürüşlerini ve savaştan sonra ki hali hatıralarında şöyle anlatır.

Padişah, halife, hükümet, İstanbul’da düşmanlar elinde esirdir. Biz vekilleriyiz. Onları, dini, milleti, devleti kurtaracağız. Ey millet! Yunan gibi asırlardan beri kölemiz olan bir millete nasıl boyun eğeceksiniz? Gayrete geliniz. Din gayreti lazımdır.’ Bütün millet istisnasız Padişah’a İtaatkâr, dine bağlı; Padişah, din diyor, başka bir şey bilmiyor.

Bakkal Yorgi başınıza vali, taşçı Vasil jandarma zabiti olacak, nasıl dayanacaksınız? diyorduk.  Anadolu’dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken, bu sözlerin her şeyden müessir (etkili) olduğunu görüyordum. Kuran’ı’ abdesthane kâğıdı yapacaklar. Size “şapka giydirecekler!” diyorduk. Bu da çok etkili oluyordu. Talihe bak ki, şapkayı sonunda M. Kemal’in eliyle giydiler.”

Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım (Paris), Altındağ Yay. İst. 1967, cilt 3, sayfa 623, 624.

Şapka deyip geçmeyin, İmam Hatip okulu birinci sınıfta ve ikinci sınıfın ilk yarısı sonuna kadar şapka takmış birisiyim. Sabahları şapka kontrolü yapılır. Şapkayı

Unuttun hapı yuttun. Şapka yüzünden sıkıntı çekmeyen öğrenci herhalde yoktur.

Belki inanmayanlar vardır. Amiyane deyimiyle “a ha da fotoğrafım”