Sözde- demokrasi arayışının ön adı olarak adlandırılan “Bahar” kelimesinin, Arap toplumuna “Kış” yaşattığı gerçeği minvalinde süreci özetle değerlendirelim.

17 Aralık 2010’da İngiliz, Siyon ve Evangelist lobilerin güdümünde fitili ateşlenen -sözde- Arap Baharı, Tunus’ta başladıktan sonra Yemen, Lübnan, Mısır, Libya ve Suriye’yi ateş altına aldı. Dile kolay, 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu döneminde (Pax-Ottoma: Osmanlı Barışı) olarak adlandırılan dönemden kimyasal silahların gölgesinde birbirini kıran bir bölge nasıl oluştu!

Yaşananları sadece bölge insanının hak arayışı olarak görmek akli melekelere hakaret olacaktır. Tarihsel süreci inceleyip irdelediğimizde, ABD-İngiltere-İsrail-Rusya-İran beşgeninde ana hedefin Türkiye olduğu büyük bir oyunu rahatlıkla görebiliyoruz.

15 Mart 2011’de -sözde- baharın Suriye ayağının fitili ateşlendi. Atalar boşuna dememiş: Altında su olduğu düşünülen toprak derin eşilir diye. Doğal yer altı kaynakları açısından zengin olan ve bu zenginliği ile küresel oyun kurucuların rahatlıkla piyon olarak kullanamadıkları ülkelere beyaz adam bahar getireceğini hep vaat etmiştir.

Siyasi bir çerçevede düşünmeden sadece doğru kaynaklardan araştırarak gerçekleri görebilirsiniz. Tiktok’ta Facebook’ta İnstagram’da belirli gruplar tarafından servis edilen ve milyonlarca izlenme sayısına ulaşan o videoların sahteliğinden uzaklaşın. Geride bıraktığımız 10 yıl içerisinde Suriye’de yaklaşık 300.000 sivil öldürüldü. Ülkemiz ile 877 km sınırı bulunan ve bu kara sınırının Ülkemizin sınır hattının %31,8’ine tekabül ettiği Suriye’deki -sözde- Arap Baharı ile Ülkemiz nasıl mücadele verdi? Bunu irdeleyelim.

Suriye’de yaşanan iç karışıklık sürecini fırsat bilen PKK/PYD-YPG ve ABD tarafından sonradan peydahlanan DEAŞ bölgede “Devlet kurma” arayışına girdi. Bu durumda sen Türkiye olarak bölgede oyun kurucu olmak zorundasın. Aksi halde kurulan oyunda kurucuların piyonu olmaktan öteye geçemezsin. Ülkemiz oyun kurucu olarak bu sürecin başında, 2011 yılında eski Suriye ordusunda görevli (7) subayın görünür yüzü ile ÖSO(Özgür Suriye Ordusu)’yu kurdurdu. Bu orduyu Ülkemiz kolluk kuvvetleri eğitti ve donattı. ÖSO ile toplam (3) harekât gerçekleştirdik: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Bahar Kalkanı. Peki sosyal medyada akıl dağıtan kişiler sizce bu harekatlar neden gerçekleşti?

DEAŞ gibi huzur ve barış dini olan İslam’ı yanlış yorumlayan sapkın bir terör örgütünün Ülkemiz sınırları da dahil bir devlet kurmak istemesi             PKK/PYD-YPG gibi eli kanlı terör örgütünün sınırımızda Güney Doğu Anadolu Bölgemizi de içerisinde alan bir Kürt devleti kurmak istemesi            2010 yılında 21.3 milyon olan Suriye nüfusundan 13 milyonunun Türkiye’de yaşamaması

Ülkemizin her anlamda menfaatine gerçekleşen çok yönlü bu harekatlarda organize şekilde ortalama 60.000’e yakın ordu gücü olan ÖSO, 3 harekatta 1018 şehit verdi. Ülkemiz’de (54) mehmetçiğimizi şehit verdi. Suriye göçü olmasa da biz DEAŞ ile PYD-YPG ile mücadele etmek için sınır dışı harekatı gerçekleştirmek zorundaydık. Lakin Suriye süreci ile birlikte ÖSO öncü birlik (Sultan Murat Tugayı, Hamza Tugayı, Fastakim Birliği ve Mutasım Tugayı gibi) olarak tayin ettik. Şanlı ordumuz TSK ve ÖSO, Azez ile Cerablus arasındaki bölümü güneyde El Bab kentine kadar yaklaşık 2 bin kilometrelik bir alanı DEAŞ'dan aldı. Ekim 2017’de terör örgütü DEAŞ Rakka ve Deyrizor'un büyük kısmını terör örgütü YPG/PKK'ya teslim etti. Neden? Çünkü aynı tohumdan peydahlandılar.

Tüm bu veriler ışığında, Ülkemizde şu an yaklaşık 3.5 milyon Suriyeli yaşıyor. Bu reorganize nüfusa karşı kabul etmemiz gereken bazı tutum ve davranışlarımız oldu. Evlerimizi kiraya verirken yüksek rakamlar istedik. Depo tarzı, metruk alanları kiraladık. Eleştirdiğimiz halde savaş mağduru dul kişilerle 2. eş evlilikleri gerçekleştirdik. Beğenmediğimiz, vasıfsız ve zor olduğunu ifade ettiğimiz işlerde biz çalışmazken onlar bu istihdam açığını kapattığı için yine kötü onları belledik. Sigortasız ve düşük maaşla çalıştırdık. Her konuda koşulsuz itaat etmelerini bekledik çünkü onlara arka çıkacak kişilerin olmadığını biliyorduk. Anne ve babanızla aynı evde yapamazken onlar bir ev içerisinde 2-3 aile kalabildikleri için birikim yapıyor olmalarını ve haftasonları kendi kültürlerine özgü vakit geçirme tarzlarını eleştirildik. Hatta ciddi bir fuhuş sektörü dahi oluştu. Gençlerimizden bir kısmı gençlerini keyfi döver oldu. Mekke’de taşlanan Peygamber’i Medine’de Tala al Bedru nidaları ile karşılayan ensar-muhacir mottosunu benimseyen biz müslümanlara ne oldu da bu kadar gönlümüzü kin bürüdü. Asayiş verilerini incelediğinizde 2011 yılından önce Ülkemiz Asr-ı Saadet dönemini yaşıyordu da onlar gelince mi asayiş bozuldu. Elbette onlardan kanuna aykırı hareket edenler, asayişi bozanlar olduğunda gereken yapılmalı, gerekiyorsa sınır dışı edilmeli. Lakin kadim medeniyet temsilcilerinin misafirlik anlayışı da değişmemeli.

Ülkemiz kolay günler geçirmiyor, farkındayız. Lakin bize düşen sabırla bu zor günlerin üstesinden gelmek. Birlik ve beraberlik anlayışımızdan ödün vermemek. Bu konuyu siyasi rant haline getirmek isteyenlere pabuç bırakmamalıyız. Yaklaşık (10) yıldır yaşadığımız kültürel entegrasyon sorununu çözmek adına adımlar atılmaya devam ediliyor. Arap’ıyla, Acem’iyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Abaza’sıyla… asırlardır devam eden bu kardeşlik bağına sarılıp sıkıntılı gördüğümüz hususları devletimize bildirerek sabırla yaşadığımız bu zor günlerin geçmesini bekleyelim. Türkiye’nin sınırları Türkiye’den büyüktür. Selametle…