Ashab-ı Kehf’in “Kıtmir”i, Muhammed’ül Emin’in “Müezza”sı, Sevr Dağının kapısındaki muhafızlardan olan o “Örümcek” ve “Güvercin”, Miracın kanatsız meleği “Burak” ve daha verilecek binlerce örnek…

Kuran-ı Kerim’de Nahl Suresi, 5. Ayet’te, Allah C.C şöyle buyuruyor: Ve hayvanları da yarattı; sizin için onlarda ısınma ve yararlar vardır ve onlardan yemektesiniz.

Aynı Sûrenin 66. Ayetinde: “Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz.” Yine İsra Süresi 33. Ayet’te Allah C.C: “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın.” buyuruyor.

Allah’ın yarattığı bu kusursuz ekosistemin bir parçası olan hayvanlara yönelik “İslam” dinimiz, sevgi ve şefkat taraftarı olmamız gerektiğini, onlara ibret alma nazarıyla bakmamız gerektiğini bize öğütlüyor. Konuyla alakalı tarihsel birkaç örneğin ardından köşemizi biraz daha derinleştireceğim. Sizler için Osmanlı Dönemine’de bir göz attım. Birazdan örnekler vereceğim. Biz “İslamı” ne kadar güzel yaşarsak “İslam” bizi zaten o kadar çok güzelleştiriyor.

İnsanların, sadaka taşlarından ihtiyacı kadar para aldığı, asayiş olayların yok denecek kadar az olduğu, “Mancacılık” mesleğinin ortaya çıktığı ve sokak hayvanlarına vakfiyeler kurulduğu Osmanlı döneminden, Hz. Ömer’in “Dağlara buğdaylar serpin Müslüman ülkede kuşlar aç kaldı demesinler.” sözünün dönemi olan Asr-ı Saadet’e kadar bunca güzelliğin temsilcisi olan Ecdadımız’ın günümüz temsilcileri olan bizler çokça sosyal sorumluluk projesini hayata geçiriyoruz. Lakin günümüzde yazımın başlığında da yer verdiğim “Sözde” siyasi hayvanseverler bu sorumluluğu ne yazık ki siyasi vazife haline getiriyor. Peki kim bu -sözde- siyasi hayvanseverler? Bu sorunun cevabına geçmeden önce göz attım dediğim hususları buyrun birlikte okuyalım. XVII. yüzyılda İran ve Hindistan’a giderken İstanbul’da bir süre kalmış olan Jean de Thévenot, “(...)Burada Türkler’in hayvanlara gösterdikleri merhametin yüz değişik örneğini verebilirim. Bize çok saçma gelebilecek olan bu tür hareketlerine sık sık tanık olmuşumdur.” demiştir. Örneğin XVI. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Hans Dernschwam, şehir sakinlerinin sadece sokak hayvanlarını değil, akbaba gibi yırtıcı hayvanları da sevap için beslediklerini hayretle anlatmıştır (Dernschwam, 1992: 127; Sunar, 2015: 218). Yazarın bu ifadeleri, aslında Ortaçağ ve Erken Modern dönemde Hıristiyan Avrupa’nın sokak hayvanlarına ve özellikle kedilere karşı olan olumsuz tavrını yansıtması açısından önemlidir (Sunar, 2015: 218).

“Seyyar ciğerciler” olarak adlandırılan mancacılar da sokak hayvanlarının beslenmesinde rol oynayarak “mancacılık” adıyla bir mesleğin ortaya çıkmasına zemin hazırlamışlardır. Örneğin, İstanbul Koca Mustafa Paşa’da Şeyh Evhad Cami’sinde sahipsiz kedilerin beslenmesi için her gün belli miktarda ciğer vakfedilmiştir (Sungurbey, 1993: 249-250). Gördüğünüz gibi dostlar “İslam” güzelleştirir. Avrupa bizden birçok şey almış anlaşılan � Son süreçte yaşanan barınak olayları özelinde düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Hayvanlar, yaratılış fıtratı gereği gerek biyolojik, gerek psikolojik gerekse fizyolojik “Doğa” odaklı canlılardır. Onların yaşam alanı, asfalt ya da parke taşı zemine değil toprağa sahip olmalıdır.

Peki biz ne yapıyoruz? Onları evlerimize hapsediyor ve psikolojik dert ortağı edinmeye çalışıyoruz. Yalnızlaşan toplumların hepsinde “Hayvan Sahiplenme” oranına bir bakın, inceleyin rakamların nasıl yüksek olduğunu göreceksiniz. Çünkü yaşlı, ortalama yaşın yüksek olduğu ve bireyselleşen toplumların kaçınılmaz bir gerçeği bu durum. Biz buraya doğru hızla ilerliyoruz. Barınakları çözüm olarak gören ve barınak şartları üzerinden sürekli çeşitli lobicilik söylemleri üreten bir ortamdan kurtulmalıyız. Orman alanları içerisinde sınırlı yaşam alanları oluşturarak “Kontrollü Kısırlaştırma” işleminin ardından belirlenen alanlarda sokak canlarını muhafaza etmeliyiz. Besleme yapmak istiyorsak oraya gidelim.

Sevmek istiyorsak oraya gidelim. Sürekli kontrol edelim. Tedavilerine yönelik takiplerimizi yapalım. Bu önerimin haricinde size -sözdesiyasi hayvanseverleri tanıtacağım. Bu kişi/kişiler/gruplar genellikle mevcut iktidara karşıt siyasi görüşü benimseyen, iktidar harici siyasi gruplar tarafından fonlanan, asıl gayeleri patili dostlar yerine kendi partili dostları olan mikro ya da makro organizasyonlardır. Bu sözlerimden “Samimi Hayvanseverleri” tenzih ediyorum. Ne yazık ki sosyal medyada ağza alınmayacak kelimelerle kurdukları cümleleri haklı haksız ayırmadan genelleyerek sarf ediyorlar. Çokça hayvan sahiplenen bir arkadaşımız, yaşanan güncel talihsiz bir barınak olayı karşısında sosyal medyadan konuyla alakalı bir yorum yaptı. “Bu olayın şahıslar özelinde olduğunu ve kişilerin cezalandırıldığını, olayın genellenmemesi gerektiğini, bu süreçten ders alınarak onların konfor alanlarını genişletmek adına neler yapılabilirin konuşulması gerektiği ifade etti.” Bu cümlelere -sözde- hayvanseverlerin yaptığı yorumlarla köşeme son veriyorum: -Sizi insan diye doğuran ananıza yazıklar olsun pis din tüccarları defolun -Ama sifon çekildi. Malum yere çırpına çırpına gidiyorsunuz. Giderken de kalleşliği ardınızda bırakmıyorsunuz. Elbet hesap verme vaktiniz yakındır!!

-Utanç duyuyorum sizin gibi varlıklardan. -Hesabını vereceksiniz. Adalet er geç gelecektir. Kaynakça Sunar, M. M. (2015). “Hayvanlar”. Osmanlı İmparatorluğunda Çevre ve Şehir. İstanbul, 192-230 Sungurbey, İ. (1993). Hayvan Hakları: Bir İnsanlık Kitabı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Thévenot, J d. (1978). 1655-1656’da Türkiye, (Çev. Nuray Yıldız). İstanbul: Tercüman 1001 Temel Eser.