İkinci dünya savaşı sonrası Stalin Türkiye’den toprak ve boğazlarda kontrol isteyince;
İsmet Paşa’da deyim yerindeyse dümeni ABD’ye kırdı. NATO’ya girmeyi denese de süreç DP iktidarında tamamlandı ve NATO’ya girdik. Üstelik ağır bir bedel ödedik. Kore savaşını 721 şehit, 175 kayıp, 2147 yaralı, 234 esir ve 346 hasta ile kapattık. ABD’den sonra en fazla fedakarlığı olan ülke Türkiye idi..
NATO, hesapta Sovyetler Birliği'ne karşı kuruldu. İşin aslı Avrupa’yı kontrol etmekti. Komünizmin sona ermesini gördü. Sovyet Blok’unu tek bir kurşun atmadan yendi. Bu başarı batı kapitalizminin/serbest piyasanın sosyalizm karşısında bir zaferiydi. NATO caydırıcı güçtü. Tarihinde ilk kez 1990'larda Balkanlarda (Bosna) savaşa girebildi.
Sovyet blok’u dağılınca bir nevi varlık nedeni ortadan kalkan NATO dolayısıyla ABD hegemonyası gerekçe aramıştır. 11 Eylül senaryosu ile ABD yapacağı haydutluklara gerekçe oluşturmuş oldu. Dönemin ABD Başkanı George W.Bush haçlı seferini başlattığını ilan etti ve NATO o gün bu gündür halkı Müslüman olan bölgelerde gardiyan üniforması ile dolaşmaktadır.
Kuruluş amacından uzaklaşarak, Amerika’nın önleyici darbe doktrinine uygun olarak görev alanının dışında İnisiyatifler kullanmaya başladı. (Büyük Ortadoğu Projesi, Arap Baharı gibi) NATO o hale geldi ki kimin gerçekte NATO üyesi olup olmadığının belirsizleştiği bir evredeyiz.
Misal: İsrail bir NATO üyesi değil ama İsrail örgütün imkânlarından benim diyen NATO üyesinden daha fazla yararlanıyor. Mesela ABD, İsrail'in tüm güvenlik ihtiyaçlarını karşılıyor. İsrail, F-35 projesinin içinde yer almamasına rağmen bu uçağı, ABD'den sonra kullanan ilk ülke oldu. Hâlbuki İsrail'in F-35 projesi ile 'alıcı' olmak dışında hiçbir alakası yok. F-35'in paydaş ülkeleri Türkiye, ABD, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka. Fakat buna rağmen, Türkiye'ye F-35 vermemiş üstelik (S-400 bahanesiyle) projeden Türkiye çıkarılmıştır. ABD, İsrail'e şu ana kadar benim tespitim 75 adet F-35 savaş uçağı teslim etti. Böylece İsrail bölgede bu uçağa sahip tek ülke oldu. Amerika kendi emelleri için her türlü hukuk dışılığı, dönekliği yapmaktan çekinmeyen bir ahlaksızdır.
NATO’ya (ülkenin sahibi biziz kültürü ile yetişen) askeri kanat genelde güvenlik penceresinden baktığı için sivil siyaseti, sivil görüşleri ciddiye almazdı. Zaten 1952 yılından bu güne NATO terbiyesi ile formatlanmış, NATO’dan gelen donu giymiş NATO’nun amentüsü ile büyümüş bir güvenlik neslinden farklı beklenti içinde olmak ciddi bir parametre değişikliği gerektirir.
Sol yazar Fikret Başkaya NATO konusunu şöyle yorumlar “NATO’nun varlık nedeni, bir dış saldırıya karşı Avrupa’yı korumak değildi. Avrupa’nın dışından çok, asıl içiyle ilgiliydi... Kıta Avrupa’sında anti-kapitalist hareketlerin önünü kesmek, komünist partilerin iktidarını engellemek, ama hepsinden önemlisi, Avrupa’nın etkili bir rakip olmasını engellemekti... Etkili bir rakip olmasını engellemenin yolu da muhtemel bir Avrupa-Sovyetler Birliği ittifakını engellemekten geçiyordu. Eğer Avrupa yüzünü Atlantik’e, Batıya değil de doğuya çevirseydi, bir yarım-kıta olan Rusya ile işbirliğine girseydi, her şey farklı olurdu. Nitekim General Charles de Gaulle, Sovyetlerle yakınlaşmaktan yanaydı, İngiltere’nin Avrupa Birliğine katılmasına karşıydı. Zira ona göre Avrupa Birliğine katılmış bir İngiltere, ABD’nin Avrupa’daki Truva atı demekti“
Türkiye NATO’ya grince bağımsızlık noktasında çok şeyler kaybetti. Sovyet tehdidinden kurtulduk amma, ABD’ye bağımlılık nedeni ile savunma sanayimiz çökertilmiş oldu. Soğuk savaş döneminde askeri kurmaylarımız kendi doktrin ve stratejisini geliştirmekten uzaklaştı. (istisna olarak sadece Ege ve Kıbrıs konusu var)
Bağımsız dış politika uygulama yeteneğini kaybettik. Bütün güvenlik ve istihbaratımız NATO, dolayısıyla ABD tarafından yapılandırıldı. NATO üyeliği ile Türk ordusu teknik deyimiyle “Milli ordu” vasfını bırakıp “Global ordu” sınıfına girdi. Global ordular ikili anlaşmalar nedeniyle başka milletlerin orduları ile hedef birliği içinde olurlar ve kendini hiç ilgilendirmeyen, zarar görmediği binlerce kilometre mesafedeki ülkeye paktın kararıyla gitmek zorunda kalır. Silah tercihinde de bağlı olduğu paktın silah standardı ile donatılır ve ihtiyacın olanı değil, onlar istedikleri kadarını verirler. Sana Patriot füzesi vermeyen Amerika, Rusya’dan S-400 almana da razı olmaz. Kıbrıs’ta Rum’ların katliamlarına göz yumanlar; garantör devlet olmana rağmen adaya müdahale etmene karşı çıkar, M1 piyade tüfeğini bile kullanamazsın diye de tehdit eder (ABD başkanı Johnson mektubunun özü budur
NATO dolayısıyla ABD, üye ülkeleri yüzde yüz kontrol altında tutmuştur. Çizgi dışına çıkan kırbaçlanır. Türkiye’de tüm askeri darbelerin ( 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve püskürtülen 15 Temmuz) arkasında NATO vardır, ABD vardır. Kontrgerilla tipi yapılanmalar da doğrudan NATO’nun eseridir. 1977 yılı 1 Mayıs Taksim katliamı da dâhil 1960’lı ve 1970’li yıllardaki terör ve şiddet sarmalı, NATO-ABD marifetidir.
ABD’nin en son hamlesiyle açıklayalım:
Sen kendi silahını yapıp benden bağımsız olamazsın!
Abdullah Öcalan vasıtasıyla PKK terörünü bitirmeye çalışırsan;
Ben de İsrail marifetiyle TUSAŞ’a teröristlerimle saldırırım.
Dışişleri Bakanım Blinken’e de “ABD olarak müttefikimiz Türkiye'nin yanındayız ve bugünkü terör saldırısını şiddetle kınıyoruz” diye yüzümüz kızarmadan münafıkça mesaj attırırım. İstediğiniz kadar sövün küfredin huyum bu! Ben Amerika’yım
Ne zaman bağımsız bir adım atsak, onlara göre ne zaman yörüngelerinden çıksak, yeri geldi darağacı (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül) yeri geldi falaka (ekonomik yaptırımlarla, ambargo) ile terbiye etmeye kalkan güç, NATO dolayısıyla ABD olmuştur.
Bugün bu prangalardan cesaretle kurtulma savaşı veren bir ülkeyiz. Zamanında bu darbeleri niçin yaşadık. Şair Abdurrahim Karakoç’un şiirinden iki kıta ile bitirelim.
Vermişiz sakalı yaban ellere, Çekip yoluyorlar, haberimiz yok!
Biz türkü söylerken esen yellere, Çarpıp-bölüyorlar, haberimiz yok!
Perde önü tuzak, arkası hile, Doluyorlar daim dinimi dile
Demedi mi Puşt’un oğlu Puşt bile? Haç’ı soluyorlar, haberimiz yok!