Kılıçdaroğlu “benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı ağır yaralar var” diyerek “helallik” oyunu ile sahne aldı.

Bu açıklamayı yaptığı videoyu seyrederken arka fonda bir sürü kitap var. Kalıbımı basarım bir tanesini bile okumuş değildir. Her neyse geçmişteki ağır yaralar dedi ya; bende diyorum ki; bırak geçmişi Allah göstermesin partin iktidar olsa gelecekte açacağı derin yaraları düşün.

Bugün, özgür basın, gazeteciler içeride, yandaş medya, dikta rejimi diye aslı astarı olmayan sallamalar yaparken; bir geçmişine bak, birde geleceğine bak, Senin şu olanlardan ve senin yakın çalışma arkadaşlarının olacak dediklerinden haberin var mı? CHP’nin Tek Parti döneminde basın susturulmuş, sansürlenmiştir.  Başbakanlık da yapan CHP'li Recep Peker 5 Mart 1925 tarihinde Tanin Gazetesi'ne verdiği röportajda basın kuruluşları ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır: "Biz bu yılan yuvalarını tahrip etmek ve susturmak azmindeyiz. Bu yılanlar ve zehirli yuvalar kanun kuvvetiyle dezenfekte edilmedikçe memlekete rahat yüzü yoktur."Takrir-i Sükûn  (huzurun sağlanması) Kanunu ile Cumhuriyet ve Hâkimiyeti Milliye hariç bütün gazeteler kapatılmıştı. Yine aynı kanunun eseri olan 'İstiklal Mahkemeleri' kuruldu. İktidara yönelik en ufak eleştiri ya da iktidarın aksini söyleyen en kısık muhalif ses bile yeri geldi darağacıyla kesildi. (Şimdi söyle bakalım; bir daha Dikta rejimi, diktatörlük gibi laflar edebilecek misin?)

Lehte ve aleyhte tek konuşma olmaksızın Basın Kanunu”; Meclis’te değiştirilmiş ve o dönemde  “Gazete” ve “dergi”ler, “toplam 44 defa” kapatılmıştır.

Bugün (ben kendimi bildim bileli) Cumhuriyet gazetesi yazarlarının çoğu şiirlerini neredeyse ezbere okuduğu Nazım Hikmet, mahkemece “ağır hapis cezası”na çarptırılmıştı. Moskova’ya kaçırılan Nazım Hikmet’in; “CHP yandaşı” Cumhuriyet gazetesi tarafından 1. sayfaya fotoğrafı konulup, “tükürün bu adamın yüzüne” manşeti atılmıştır. Nazım’la ilgili Mustafa Ekmekçi Cumhuriyet gazetesinde Ankara notları adlı gazete köşesinde 18 Mayıs 1993 tarihinde şu anıyı yazar: Nazım Hikmet hapse girdiğinde Atatürk, Şevket Süreyya’yı çağırarak şöyle der. “Git kendisiyle konuş, Nazım büyük şair, hiçbir zaman böyle şair gelmez.Çıktığım zaman konuşmayacağımdesin, söz versin, komünizmle ilgili konuşmayacağına, yazmayacağına dair söz versin ben onu oradan kurtaracağım.” Nazım olumsuz cevap veriri. Dikkat çeken husus; hapisten kurtarma sözüdür. Benzer bir olay için Mete Tuncay: mahkemelerin siyasal iktidarın “emri ile” hareket ettiğini söylemiştir.

Seninle beraber yıldızı parlayan Gürsel Tekin ne demişti? 7 Haziran 2015 genel seçimleri öncesinde “kazanmamız halinde 8-9 Haziran da ilk işimiz bu kirli gazetelerin tamamına el koymak olacaktır. Sadece el mi koyacağız, buna bulaşmış bütün iş adamlarından da hesabını soracağız" Bay Kemal gördüğün gibi Im Westen nichts Neues (Batı cephesinde yeni bir şey yok) hep aynısınız.

Gürsel söylerde partinin genel sekreteri söylemez mi? Yukarıda “ağır yara” dedik ya, işte bu yara CHP’de bir türlü kabuk bağlamıyor. Selin Sayek Böke bir adım daha yukarı çıkıyor ve diyor ki; “CHP'nin iktidarı döneminde özel şirketleri müzakere dahi etmeden kamulaştıracağız. Müzakere falan yok, Buraya yazacağız “Bunlar artık kamunundur” diyeceğiz ve devam edeceğiz" Anadolu’da CHP’nin bu halini nasıl izah ederler?  “Kurt, tüyünü değiştirir amma huyunu asla değiştirmez”

Bu gün Demokrasi güzellemeleri yapıyorsunuz ya, al sana utanılacak bir sabıka daha. 1936 yılında faşizmi incelemek üzere İtalya'ya gönderilen CHP Genel Sekreteri Recep Peker dönüşünde, TBMM üzerinde alınan kararları kabul ve ya ret edebilecek bir "Faşist Konsey" kurulması konusunda rapor hazırlar, İnönü’nün imzasından sonra rapor Cumhurbaşkanlığı onayına sunulur. Atatürk buna şiddetle karşı çıkar ve bu kadarına da pes dercesine "Başvekil hazretleri anlaşılan yorgunluktan, önüne gelen raρorları okumadan imzalıyor" der ve kararı reddedip onaylamaz.

Partiden Ulusalcı kanadı (Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek siyaset yapan, size de Kılıçdaroğlu bir ABD projesidir diyen Atatürkçü kanadı)  kovup,  dışlarken; Parti binalarında boylu boyunca resimlerini astığınız Atatürk bakın ne diyor?                           Ben Cumhuriyeti tesis ettim. Fakat bugün (1930’lar)                                                                         İdare şekli Cumhuriyet midir? Diktatörlük müdür?                                                                  

Şahsi hükümet midir belli değil ( Mustafa Kemal Atatürk)                                                                                                                                                                               (Fethi Okyar: Üç devirde bir adam s.443) Burada açık açık yönetim şeklinin dikta olduğunun kibarca eleştirisi yok mu?

CHP diktası yalan mı? Şapka için kadın asan partiniz, şeriatçı diye bak kimi astı?                                                                 

  İşte sana bir sabıka daha: Menemen'de düzmece bir mahkeme ile aralarında ip satan bir Yahudi tüccarın da bulunduğu 28 kişinin şeriatçılık suçlamasıyla idam edilmesi.  27 Şubat 1931 tarihli The Jewish Chronicle Gazetesi’nde, Yahudi işadamı Hayim oğlu Jozef’in şu sözleri yer alacaktır:  ‘Kalabalıkla birlikte ‘Yaşasın şeriat’ diye bağırmakla suçlandım. Ancak ben Yahudi’yim ve farmasonum. Bu gösteri ile ne alakam olabilir? Hakikat şu ki ben Fethi Okyar Bey’in Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın üyesiyim ve hükümet canımı almak istiyor.’ Hayim son dakikaya kadar masum olduğunu tekrarlayacaktı. İdam sehpasında ilmiği kendisi boynuna geçirecek, son nefesini verirken Çok Yaşa Türkiye Cumhuriyeti’ diye bağıracaktı. İdamdan sonra yakınlarının Filistin’e göç ettikleri söylenir.’

Cüneyt Arcayürek (Gazetecilik hayatında uzun süre CHP yayın organı Ulus, İnönü’nün damadı Metin Toker’in dergisi Akis, ve Cumhuriyet gazetesinde yazdı. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesini önlemek amacıyla ABD başkanı Jonson’un diplomasiye sığmayan kaba bir üslupla yazdığı mektup gizli tutuluyordu. İki yıl sonra bu mektubu ele geçirip yayınlayarak yılın gazetecisi unvanını almıştır. İçinizden biri olduğu için Arcayürek’in Kör kör parmağım gözüne değerlendirmesini aşağıya aldım.  Oku, okuyamazsan okuma yazma bilen birine okut ve geçmişini gör.

 

Egemen bir parti vardı, partinin üstünde İsmet Paşa “Tanrının bir parçası” idi. Halk, İnönü’nün yüzünü göremezdi. İnönü yerine, egemen CHP’nin elleri dilediği zaman halkı okşar, yerine göre sıkardı… İnönü adı korku verirdi… Demokrat parti hareketi ortaya çıkıncaya değin, Paşa” herkes adına düşü­nen, milletine doğru yolu gösteren, hemen her konuda uygulanacak gerekli buyrukları veren ‘”tek insandı.”