Okuduğu bütün okulları birincilikle bitirip, Türkiye’nin en genç doçenti olmuştu. Yurt dışında ilmi itibarı vardı. Almanya’da Leopar tanklarının hem benzin hem de mazotla çalışmasını geliştirmişti. Alman profesör arkadaşları Erbakan’a “Bu motoru 10 yıl önce bulsaydınız; Almanya 2. Dünya Savaşı'nda Ruslara kaybetmezdi” demişler.
O ülkesinin sanayi hamlesi yapması için yurda döner ve çalışmalara başlar. Gümüş motoru kurar, Devrim arabası diye adlandırılan yerli oto imali fikrine de öncülük etmiş fikir babasıdır. Şubat 1966'da Odalar Birliği (TOBB) Sanayi Dairesi başkanlığına getirilir. Daha sonra genel sekreterlik, 1968 Mayıs'ında Odalar Birliği İdare Heyeti üyesi, Mayıs 1969'da da Odalar Birliği başkanı seçilir. Bu seçim; dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in kabul etmediği bir seçimdir. Seçimi iptal ettirirler. Emniyet Genel Müdürüne "Atın bu adamı kardeşim" demiştir. Atılacak kişi makam odasının kapısını içeriden kilitleyen Prof. Dr. Erbakan'dır.
Demirel, "Ne pahasına olursa olsun çıkarın o adamı oradan" der. Vali operasyon emrini verir. Erbakan'ın makam kapısı kırılacaktı. Odalar Birliği önünde, Milli Türk Talebe Birliği öncülüğünde Milliyetçi mütedeyyin öğrenciler Erbakan için nöbet tutuyor, "Milliyetçi Türkiye, kahrolsun masonlar" sloganları atıyorlardı. TOBB üst katlarına komandolar sızdırılır. Başkanlık odasının kapısı zorlanır fakat Polisler kapıyı açamazlar. Hırsızlık masasına emir verilip ellerinde iyi bir hırsız olup olmadığı sorulur. Çilingir Çapur Hüseyin'i getirip kapıyı açarlar.
Hulasa Demirel'in baskısı sonucu Erbakan, görevi bırakır. Bu olay Erbakan'ı siyasete sevk eder. (Hocanın talebeleri olarak bilvesile Demirel’e Medyunuşükranız) Hoca veto edileceğini bilerek Adalet Partisi'ne gider ve müracaatı veto edilir. "Eğer öyle yapmasaydım; Erbakan solun karşısında sağı böldü diyeceklerdi" diye anlatmıştır.
Recai Kutan’ın önemli bir tespiti var: Süleyman Demirel; Menderes’in döviz ile destek verdiği “Gümüş Motor aleyhine çalışmıştır.” Zaten ithal motor üreticisi yabancı dev Firmalar fiyatlarda zararına denecek indirimlerle Gümüş motoru saf dışı etmeye çalışıp başarılı oldular. Türkiye’de yerli ve milli olan her adımın karşısında maalesef içeriden ve dışarıdan duranlar olmuştur. İnönü döneminde de Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş uçak imal ettiler ama devletten destek yerine köstek gördüler. Şakir Zümre’nin silah fabrikası ise soba borusu imal eder hale getirilmiş ve kapanmıştır.
(Eski bakan Hilmi İşgüzar anlatmış: 1969-1970 yıllarıydı Erbakan, Demirel ile ilgili rahatsızlıklarını anlatırken, üniversite yıllarından bahsetmiş ve “Ben o yıllarda sınıfımızdaki parlak, ama en fakir durumdaki 5 arkadaşımı tespit etmiştim. Onların iç çamaşırlarına kadar, gömlek, pantolon, ayakkabı alır, ceplerine de harçlıklarını koyardım. Bu arkadaşlardan biri de bizim Süleyman'dı” demişti. Erbakan Hoca’nın babası hâkim idi ve aile olarak madden durumları iyiydi. Hoca bu anısını anlatarak, Demirel'i hem nankörlükle suçluyor, hem de zaman içinde ailenin edindiği servete dokundurup, geçmişte bu kadar kötü durumdaydılar' diyordu. Demirel Meclis kürsüsünden bir gün Erbakan'a biraz fazla yüklenince, Erbakan oturduğu sıradan, “Süleyman Bey, Süleyman Bey, cemaziel evvelini bana açıklatma” diye çıkışınca Demirel kıpkırmızı olmuş, daha fazla üzerine gidememişti'
Demirel bir Demagoji ustasıydı. Bir keresinde yapılan zammı savunmak için “bir şey almadan vermek Allah’a mahsustur” demişti. Erbakan hemen cevap vermiş ve “doğrudur amma bir şey vermeden almak da Demirel’e mahsustur” demişti. Erbakan ile Demirel’in siyasi ufukları farklıydı. Demirel küresel sistemin Türkiye’deki kayyumu olmaya razı bir siyaset güderken; Erbakan yerli ve milli hamlelerin adamıydı.
Demirel 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle iktidardan düşürülmüş biri olarak eline geçen “darbe önleme” fırsatını kullanmamıştır. 28 Şubat darbesini isteseydi Demirel durdururdu. Azerbaycan’da Aliyev’e “halkı yanına al taktiğini vermiş” orada darbe önlenmişti. Aynı şey bizde de olurdu. Sincan’da Tank yürütüp “balans ayarı” yaptık diyenlere karşı; kesin sesinizi deyip kükrese, hükümetle hareket edip komut verse; millet arkasından yürür, o cuntacıların hiç biri karargâhtan çıkamazdı.
Komik ve ucuz deliller uydurdular. Pespayelik rolleri dağıtıldı. Fadime Şahin, Müslüm Gündüz, Ali kalkancı 28 Şubat tiyatrosunda sahne aldılar. Eski gazeteci, haber müdürü televizyoncu CHP İzmir milletvekili Tuncay Özkan anlatmıştı. Müslüm Gündüz Fadime Şahin yatak odası operasyonu için;
Çağırdım muhabir arkadaşı; dedim ki,
Adamın yatak odasında sizin ne işiniz var?
Muhabir: Abi, bizim ne işimiz olur ki?
Eee! Niye gidiyorsunuz kardeşim? Bizim böyle bir görevimiz yok ki!
Dedi ki; İstihbarat şube müdürü bizzat aradı; 'Burada çok önemli bir operasyon yapacağız; hadi operasyon için gelin' dedi. Biz de gittik.
Bu Sahtekârca dönen dolapları Demirel yutar mı? Amacın ne olduğunu bilmez mi? Bildiği halde susmuştur. Ya birilerinden korkmuştur, ya da işine öyle gelmiştir.
Maalesef binlerce insan mağdur edildi. Başörtüsü zulmü ile okuma hakları elinden alınan kızlarımızın hayatları karartıldı. İkna odaları kepazeliği ile tanıştı bu ülke, parti kapatma, siyasetten men etme, siyaset yasağı getirmeleri gördük, yeşil sermaye yaftası ile firmalar batırıldı. Asıl önemlisi Bankalar batırılmış ve Türkiye soyulmuştur. Bütün bunlar; o gün irtica zırvasıyla ülkeyi perişan eden birkaç apoletliye dur denilmediği için olmuştur. Kimse bana yargı AYM demesin. Hukuk ayaklar altındaydı Asker adeta sıkıştım Birifing veresim geldi dese kelli felli hukukçular koşar adım gidiyordu. O darbe 15 Temmuz’daki Erdoğan çağrısı gibi bir çağrı ile durdurulurdu. Durdurulsaydı Türkiye bugün çok daha yukarılarda olurdu.
O gün milletin silahını millete çeviren apoletli kabadayıların bakışı şöyle izah edilir.
Türkiye’yi bir şirket olarak düşünün, hisselerin en az yüzde 51’i bizimdir ve bizim dediğimiz olur. Sen rekor bir oy alarak gelsen de başbakan olarak senin şirkette görevin genel müdürlük gibidir. Ekonomiyi iyileştir, Asgari ücret yol su elektrik gibi işlerle uğraş. Dış politika, milletler arası ilişkiler, paktlar, güvenlik bizim alanımızdır. Bizim iznimiz olmadan zinhar dokunma yanarsın. İstediğimiz an iş akdini fesheder kıdem ihbar tazminatı vermeden kovarız. Dediler ve Erbakan hükümetini kovdular.
28 Şubat bin yıl sürecek dediler. Bin yıl gibi geçti dedikleri bin gün içerde yattılar. O dönem mağdur ettikleri Erdoğan’ın imzasıyla hapisten çıktılar. İçlerinden biride hala kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Bu bir af değil bu anayasal bir haktır dedi. Bende argo bir dille diyorum ki; Tıraşı bırak paşa! bu bal gibi bir Erdoğan affıdır. O kanun maddesi işin kılıfıdır. CHP lideri Özgür Özel’le yapılan görüşmede; Türkiye için hangi konular müzakere edildi, anlaşıldı bilmiyoruz ama siz o görüşme sonrası çıktınız.
Erbakan Hoca; Bizim askerimiz Milli Görüşçüdür” derken bazılarını istisna etmiş.
“28 Şubat’ta 18 Maddeyi getirenler bu memleketin evladı olamaz” demiştir.
“Refah Partisinin kapatılma kararı ABD’de alındı” demiş bu konuyu destekleyen Kripto belgeyi TV ekranlarında göstererek ispat etmiştir.
Amacımız Demirel’i eleştirmek değil, hatta siyasette rekabetin düşmanlık boyutuna çıkarılmasını şiddetle ret ederiz. Liderler kavga ederler amma perde arkasında bazı gerçekler pek bilinmez. Mesela gazeteci Yavuz Donat yazmıştı.
Erbakan ve Demirel son konuşmayı telefonla yaptı.
Erbakan hastalandı... Güven Hastanesi'ne yattı... Ve sonra da..."Yoğun Bakım" odasına alındı. Yoğun Bakım'a "ziyaretçi giremez... Telefon bağlanamaz."
Demirel, Hoca'yı aradı. "Yoğun Bakım'da" denildi... Bağlanmadı.
Ama Erbakan'a da "bilgi verildi."
Hoca dedi ki: Arayan Demirel ise... Lütfen hastane kuralları dışına çıkmanızı rica ediyorum... 60 yıllık arkadaşım... Konuşacağım.
Ve telefon bağlandı, konuştular.
Demirel dedi ki: Geçmiş olsun kardeşim... İyileşeceksin... Ziyaretine geleceğim.
Hoca'nın yanıtı: Hakkını helal et kardeşim... Allah'a emanet ol.
Hakkım helal olsun da... İyileşeceksin... Dik dur... Kendini bırakma... Geleceğim.
Bu telefon konuşmasındaki samimiyet ve vefa Odalar birliği günlerinden yoğun bakım anına kadar olamadı maalesef. Engelleyen sebepler için “ah keşke” diyoruz ya; Keşke dediklerimiz; keşke olmasa.