“Devletin malı deniz, yemeyen keriz ya da yemeyen domuz” sözlerini çokça duyduk ve duymaya devam ediyoruz. Peki ya bu sözler, denizde boğulmaktan korkmayan kişilere yakıştırılması gerekirken neden korkanlara yakıştırılıyor?  Ya da domuz gibi çoğalan, emeğe zarar veren, hayvan kavvatlığı yapan lakin ibret alınması ve kendisine tanımlı görevi yapması için mevcut ekosistemin içinde görevini ifade eden bu hayvanın özelliklerini bünyesinde barındıran insanlara neden yakıştırılmıyor! Hakkı tutan ‘sözde’ keriz yerine konulan, devlet malının bir kuruşuna dahi dokunmayan kişilerin değil domuzluk yapan ya da domuz eti yiyen kerizlere dikkat çekmeliyiz. Bu sözler, devleti için canından geçmiş Zenci Musaların, Kuşçubaşı Eşreflerin ne gönlünden ne de dilinden çıkacak sözler değildir. Bu sözler bu toprakların öz evlatlarının işi değildir. Bu sözler, evangelist, devşirme, batıya dönmekten boynu ve aklı tutulmuş Siyonist devşirmelerin sözleridir. Evangelist kimdir? Tüm Dünya’da misyonerlik faaliyetleri yürüterek egemen güç olmayı ve diğer toplumlara hükmetme hayali ile yaşayan hristiyanlardır. Siyonist kimdir? Kendi ırkını üstün ırk olarak gören ve diğer tüm toplumların köle olarak kendilerine hizmet etmek için yaratıldığını düşünen yahudilerdir. Bu iki anlayışın doğrudan ya da dolaylı üyeleri ne yazık ki bu toprakların mayasına zehir katmaya devam etmektedir. Sadece devletin malından çalmayı meşru göstermekle kalmayıp devletin parça parça edilmesi için “Hürriyet” çığlıkları atanlar aynı kaptan yemektedir. Bu aynı kapta ağız izi bulunanların günlük hayatımızda normalleştirdiği, “Üzümünü ye bağını sorma.”, “Yemek buldun mu ye dayak buldun mu kaç.”, sözlerinin aslının ne kadar hikmetli olduğunu ya da geçmişle bağlantısı olmayanların nasıl devşirildiğini tespit edebiliyoruz. Bize “Baldız baldan tatlıdır.”, “Ziyaretin kısası makbuldür.”, “Güzele bakmak sevaptır.” “Bu devirde babana bile güvenme.”düşen güzel bakmanın sevap olduğunu bilmek, babanın gölgesinin dahi kıymetli olduğunu bilmek, üzümü yemeden önce bağını sormak, yemek bulduğunda kaynağını sormak, dayağa karşı “Selam” diyip geçmek, bal toplamaya yarayan daldızda biriken balın daha tatlı olduğunu bilmek, ziyarette kısas(karşılıklı uygulama) yapmaktır. Düşünceyi var edip düşünebilme yetisini bahşeden Allah, bir nefesi aldıktan sonra vermeye verdikten sonra almaya muhtaç biz insanlara “Akletmez misiniz?, Akledesiniz diye, Ey akıl sahipleri! Akletmeniz için” gibi hitap ifadeleri ile bizden beynimizi kullanmamızı istiyor. Biz ise ne yapıyoruz ? Popülist algıların kurbanı olup sorgulamadan, düşünmeden bu sanal alemin peşine takılmış gidiyoruz. Peki düşünen bir toplum için “Hak” kavramı ne ifade ediyor ? Ya da ne ifade etmeli ? “Hak” kavramı, bir hamalın her gün taşıdığı küfenin ipinin kendisinden davacı olacağını bilmesidir. Bizlerde çalıştığımız işin, sattığımız malın, gönlüne girdiğimiz kişinin ve çok daha fazlasının hamalıyız. Kırdığımız insanın gönül ipinin hesabı da sorulacak. Sattığımız malın kaynağından elde ettiğimiz gelire, elde ettiğimiz gelirden kullandığımız yere kadar hesabı sorulacak. Hesap ise her şeyden önemlisi “Niyetölçer” ile şaşmaz bir sistemle ölçülüyor. Öyle ki biz önce niyetimize abdest aldırıp devletin malını deniz görüp yemeyeni domuz görenleri keriz göreceğiz. En büyük aldanışımız “Daha makbul nasıl olabilirdi” söylemi üzerine olmalı. Daha güzel nasıl konuşabilirdim! Daha doğru nasıl ticaret yapabilirim, daha verimli nasıl çalışabilirim, daha… Beşikten mezara kadar her gün hatırımızda bu anlayışı diri tutmamız gerekiyor. Yetişkin bir insan günde ortalama 23040 kez nefes alışverişi yapıyor. Böylesine yoğun bir mesaiden habersiz bir şekilde yaşıyoruz. Bu yoğun alışverişi gün içerisinde çoğu zaman hatırlamıyoruz dahi. Lakin bir şeylerin sürekli oluyor olması ya da sistemin düzenli çalışıyor oluşu mevcut durumu göz ardı etmemiz anlamına gelmiyor. Her nefesimizin Nerede? Nasıl? harcandığının irdeleneceği hayatımızda gerek çalışma hayatımızda gerekse çalışma hayatımızın dışındaki hak unsurlarına 23040 kez daha dikkatli yaklaşmamız gerekiyor. Farkında olmamak mesuliyeti ortadan kaldırmıyor. Borç verdiği kişinin tarlasındaki ağacın gölgesinde gölgelenmekten imtina eden dedelerin borç verdiğinde geri alamam korkusu ile yaşayan torunları olmamak duasıyla. Esen kalın.