Başlık olarak merkez ve çevre demeyi düşünüyordum. Fakat Türkiye’nin çok partili siyasal sürecini sembolize etmesi bağlamında, Fötr ve Kasket amblem olarak daha belirleyici geldi. Siyasal bir simge olarak Fötr ve Kasket Türkiye’de ki iki farklı zihniyetin iki farklı mücadelenin,  kısaca iki ayrı siyasetin resimli anlatımıdır.

Devletçi elitist bir merkezi yapılanmanın aktörleri, ikinci dünya savaşı sonrasında, konjonktürel zorunlulukla “çok partili siyasal sisteme” olur verirler. 14 Mayıs 1950 tarihinde Türkiye’de ilk kez iktidar, hür seçimler sonucunda el değiştirmiştir. Demokrat Parti iktidarına kadar halk kendini devletin objesi (nesnesi) olarak görürken; DP iktidarında devletin süjesi (Öznesi) olarak görmeye başlamıştır. Hatta “Yeter söz milletindir” sözünü söyletende; bu süje olabilme azminin tazyikidir.

İşte bu noktada Fötr ve Kasket birer işaret taşı olarak bizleri farklı atmosferlere taşır. Kasket süreç içinde Hasolar, Memolar, çarıklılar, poturlular, hatta bir ara kuyruklar diye adlandırıldı. Çünkü bu kesim taşra diye adlandırılan sınıftı. Ama ne olursa olsun Kasket: kasketliler için kendilerini temsil eden net bir simgeyken; Fötürlüler: fötürle bir başka kimliğe bürünme, benzeme,  bir başka şey olma, olabilme, gayretindeydi. Bunun adı kendi değerlerini inkar edip, mütegallibe (zorba) batıya imrenmektir.

1950 seçimleri çok partili siyasi sistemimizde ciddi bir dönüm noktasıdır. DP iktidarı ile merkezin kabuğu kırılmış ve çevreden merkeze taşınma başlamıştır. En dıştan en içe doğru ekonomik, siyasal ve sosyal sisteme Entegre olma sürecidir bu. Kısaca taşrada eşraf kesimi (merkezin adeta şubesi gibidir) kentlerde de memur, bürokrat ve Karl Marx’ın küçük burjuvalar dediği sınıf, artık belirleyiciliğini ve tekliğini kaybetmeye başlamıştır. 1950’lerden bugünlere kadar çevreden merkeze göçün nakliyesini hep muhafazakâr, sağ partiler yapmıştır. Aslında çevre/taşra sol söyleminde neşvü nema bulabildiği bir alandır. Nitekim 12 Mart darbesinden sonra Ecevit bu alanda (çevreye, varoşa seslenen söylemlerle) ciddi bir başarı sağlamıştır.

(garip bir tesadüf ama Ecevit; Türkiye’de meclisin kapatılmadığı darbelerden sonra seçimin galibi olmuştur. 12 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997)

Türkiye’de alan tartışması değerlendirmelerinde; genellikle merkeze taşınmada hep ekonomik boyut ele alınır, siyasal ve sosyal boyut ya göz ardı edilir ya da ıskalanır.

Bir diğer husus; Türkiye’de sivilleşme ve yerelleşme hızının mehter yürüyüşünün bile gerisinde kalmasıdır. Bunun sebebi de; Olağan dönem Anayasaların olmayışıdır. 1960 ve 1980 anayasaları, 1971 muhtıra sonrası değişiklikler tepki düzenlemeleridir. 1960 anayasası ile (Vesayetin tahkim edildiği anayasa olsa da) görünüşte öne doğru iki adım atılmıştır. 1980 darbesinden sonra “bu elbise bize bol geldi” diyen Evren anayasası ile bütün mevziler kaybedildi. 6 Kasım 1983’te seçimler yapılmış, Özal’a hükümet kurma görevi hemen verilmemişti. 13 Aralık tarihinde tam 37 gün sonra hükümet kurulmuştur. O arada eski danışma meclisi harıl harıl sendikalar, siyasi partiler gibi kanunları çıkarmıştır, Şaka değil 19 kez değiştirilen 1982 darbe anayasası yürürlüktedir. 177 maddelik anayasanın 30’u aynı maddelerde olmak üzere toplam 134 hükmünde değişikliğe gidilmiştir. 19 kez ameliyat olan birinin yaşaması mümkün mü? Tam bir mucize hali yaşanıyor.

Dikkat edilirse Türkiye’de darbelerin gerekçesi ekonomik değil siyasidir. DP dönemi Türkiye’nin köylülükten orta sınıfa geçişinin başlangıcı olmuştur. Ülke büyük bir değişim yaşamıştır. Hatta İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker bir yazısında “DP kadrosunun, özelde de Menderes’in CHP’lilere göre daha büyük düşündüğünü ufkunun daha geniş olduğunu söyler” gerçektende 10 yıllık DP iktidarıyla 27 yıllık tek parti iktidarını karşılaştırınca; yapılan atılımlar noktasında aradaki fark herkesin hakkını teslim edeceği bir farktır. Keza Adalet Partisi dönemi; Demokrat Partinin bıraktığı yerden bayrağı almış büyük projelerin hayat bulduğu bir dönemdir.12 Mart darbesine gelindiğinde Türkiye ekonomik göstergeleri çok iyi durumda bir ülkeydi. 1983 yılında ANAP’la Merhum Özal Türkiye’de ufuk değiştirmiş, Türkiye’yi dünyaya açmıştır. Özal’ı değerlendirirken şu tespiti yaparım Özal siyah beyaz Türkiye’den renkli Türkiye’ye geçişin siyasi mimaridir. Menderes’le başlayan ufuklu siyasilere bir bakalım. İstanbul Teknik Üniversitesi ekolünden Demirel, Özal ve Erbakan rakiplerine nazaran ciddi sıklet farkına sahiplerdi. (Demirel kendisi fötrlü idi ama partisi kasketli partisiydi, keza Ecevit kasketliydi ama partisi Fötrün partisiydi) Türkeş Milliyetçilikle özdeşleşmiş bir ağırlığa sahipti. Sağ, Muhafazakâr, milliyetçi ve mütedeyyin gelenek, son düzlükte Muhsin Yazıcıoğlu ve Erdoğan’ı çıkarmıştır. Muhafazakâr yapı merkeze insan taşırken; kalkınan Türkiye’yi de dünyanın varoşundan dünyanın merkezine doğru taşımayı başarmıştır.

Bugün tek başına güçlü bir şekilde gelmiş olan Demokrat Parti, Adalet Partisi ve Anavatan Partisine yapılan taşralı, poturlu, çarıklı, kuyruklu, takunyalı gibi ahlaksız yakıştırmalar Kasım 2002 den bu yana Türkiye’yi yöneten Ak Parti içinde yapılıyor. (eğitimsiz kesimden oy alıyor gibi zırvalar, diploması yok gibi aptalca iftiralar)

Bu müfteri kesimi iki kelime ile anlat deseler “Şeytani kibir“ derim. Türkiye’de sahil boyları ve zengin muhitler bu Fötrlülerin mülkiyetindedir. Seçim sonuçlarına bakınca; bu bölgelerde Fötr partisine silme oy çıktığını görürsünüz.

Bu kesim devlet kaynaklarına ulaşabilmek için Türkiye’nin bekası pahasına olsa da; aldığı her tür gayri milli destekle yarış değil savaş verir. Mayıs 2023 seçimlerinde “her yol serbest” kuralının dışında başka bir kuralları yoktu. Hesapları 14 Mayıs 1950 hezimetinin rövanşını almaktı. 14 Mayıs 2023 günü Milletten okkalı bir tokat yediler. İkinci tur 28 Mayıs’ta ise “tokat”ın yerini “tekme” aldı.

Ne yazı ki; Mayıs 2023 seçimlerinde de 31 Mart 2024 seçim sürecinde de hayal kırıklığına neden olanlar var. Fötr mahalleliler seçim süreciyle sınırlı olarak bunlara gülücük atarlar, sırtlarını sıvazlayıp kulaklarına ne istiyorsunuz derler. Bir şekilde anlaşırlar. Bizimkisi fesi kasketi atar Melon Şapkayı takar.

 Bir arkadaşım anlatmıştı. Mayıs seçimlerinde Saadet Partili bir tanıdığına “hadi diyelim Milletvekilliği seçiminde onların listesinde adayınız var oy veriyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan varken Bay Kemal’e oy veremezsiniz”.

Cevaba bakın: “Kılıçdaroğlu seçilince Türkiye’yi o mu yönetecek sanıyorsun?”

Kim yönetecek?

Kim mi? Temel Karamollaoğlu yönetecek.

Bu cevaba ancak “pes ya hu pes denir”.

Asıl bu seçimde kazanmak için değil de Ak Parti’ye kaybettirmek için yolunu ayıranlar var. Asaletini, kimliğini inkâr edercesine CHP güzellemesi yapanlar var. Ceddini buram buram terleten zihniyetin kuyruğuna takılanlar var. Ceddinin kemiklerini sızlatanlar var. Ne diyelim ki; bu kafayla siyasi ansiklopedilerde “Mankurt” maddesinde dipnot olarak geçerlerse şükretsinler.