Kıymetli okurlarım. Geçen hafta  obezitenin güncel tedavisi ile yazdığım yazının devamı niteliğindeki yazımı sizlerle paylaşıyorum.

Son yıllarda erkeklerde sperm sayısının azalması, memelerinde büyüme, vücutlarında yağlanma, tiroid hormon işlevlerinde bozukluklar, vücutta su toplanması ve dolayısı ile kilo artışının bir nedeni de çevresel östrojenlerdir. Yani bizler diyet listeleri ile uğraşırken çevremizdeki bir takım katkı maddeleri, kap kacak, yapı malzemeleri, plastikler, temizleme sıvıları, pestisitler, kozmetikler ve daha pek çok madde bizlere hücreler arası iletişimi etkileyerek kilo aldırtıyor. Bu maddelerden en fazla inceleneni Bisfenol A olup her isteyen bu maddenin nelere yol açtığını internet ortamında arama motorlarına girerek inceleyebilirler.

Bir diğer önemli kilo aldırıcı etken de vücudumuzdaki probiyotiklerimizin azlığıdır. Tamamen açıldığında nerede ise bir futbol sahası büyüklüğünde alan içeren bağırsaklarımız probiyotik mikroorganizmalarımızın temel olarak yaşadığı bölgelerdir. Bu mikrorganizmlar bir çok farklı ailelerin kurduğu bir kasaba gibidir. İçlerinde kötü etkili olanlar da vardır ancak çoğunluk her zaman faydalı probiyotik mikroorganizmalarda olduğu sürece bunun pek önemi yoktur. Bu mikroorganizmalar bağırsak hücreleri ile adeta kanka gibidir ve birbirleri ile sıkı alışveriş halinde bulunurlar. Emilerek vücudumuzda faydalı etkiler gösterecek moleküllerimiz, mirobesinlerimiz bu sayede ince elenip sık dokunur ve vücudumuzun bir parçasını oluşturmak üzere buralardan kan dolaşımına emilerek katılırlar. Vücudumuzun sağlıklı olmasının temeli buradaki işleyişte yatar.

Son zamanlarda özellikle probiyotikli yoğurt, probiyotikli şu veya bu madde adı altında satılan bazı ürünler dikkatinizi çekmektedir. Şunu unutmamalı. Peynir, yoğurt, boza, şıra, ev yapımı konserveler, doğal sirke, salamuralar, doğal turşular mükemmel probiyotiklerdir. Bunlar doğal yapılmakta ise içlerine zaten ek probiyotik katmaya gerek yoktur. Şöyle ki; 1 tabak ev yapımı lahana turşusu ile milyarlarca probiyotik bakteriyi vücudunuza alırsınız. Bu küçük canlılar bağırsaklarınızda sizin maaş almayan, boğaz tokluğuna çalışan işçileriniz haline gelir. Ama ne çalışma. Hep sizin iyiliğiniz ve sağlığınız için.

 

Ülkemizde henüz hak ettiği yere oturmadıysa da, dikkatlerden kaçıyorsa da özellikle ABD’de kilo alımlarının, yağlanmanın en önemli sebeplerinden biri glutene karşı olan hassasiyettir. Gluten özellikle buğdaygillerin yapısında bulunan bir proteindir. Bağırsaklardan emilip vücudun otoyollarında (damarlarında) dolaşmaya başlar. Bu proteinin bazı parçacıklarına karşı bazı insanlarda vücut inanılmaz reaksiyon gösteriyor ve gluteni istemiyor. Gluteni yakaladığı yerde yok etmeye çalışıyor. Örneğin gluten parçacıkları tiroid denilen (guatr a yol açan organımız) yerde yakalanırsa vücudumuzun askerleri burada bir savaşa giriyor. 2. Dünya Savaşı Belgesellerinde görmüşsünüzdür. Askerle çarpışıyor ama şehirler harap oluyor. Aynı benzerlikle tiroid dokumuz haraplanınca metabolizmamız yavaşlıyor ve kilo almaya başlıyoruz.

 

Kilo almamıza sebep olan pek çok faktörden birisi de düzensiz yeme alışkanlıklarımızdır. Gece yemek yemek, hızlı yemek yemek gibi. Sadece hızlı yemek yemeyi bırakıp yavaş yavaş yiyerek gıdaları uzun süre ağızda çiğnemeyi başaran kişiler bile 1 yıl içerisinde inanılmaz kilolar verebiliyorlar. Bunu bugün zorla yaptırıyoruz. Nasıl mı, hastaların midelerinin büyük bir kısmını ameliyat ile dışlayarak. Düşünün, bizi yaratanın milyonlarca yıldır en ince hesaplar ile tanzim ettiği midemizi bizler bir alışkanlığımızı değiştiremediğimiz için küçülterek kilo vermeye çalışıyoruz. Bunun da nelere yol açtığını bize zaman gösterecek hem de uzak olmayan bir zaman.

 

 Obezite ne kadar artarsa artsın tedavisinin yolu bellidir ve kişisel gayretle başarılır. Yunus Emre’nin dediği gibi, dağ ne kadar yüce olursa olsun yol onun üstünden geçer…