Bursa’da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdayan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar, Onunla bir yaşta ihtiyar çınar

Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü

İçinde gülüyor bana derinden, Yüzlerce çeşmenin serinliğinden

Ovanın yeşili göğün mavisi, ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bursa Tanpınar’ın dizelerindeki gibi, bu güzellikte bir daha anlatılabilir mi diye düşünmüyor değilim. Hatta Bursa için bu kadar güzel bir şiir, bir daha yazılabilir mi?

Benimkisi öyle sofistike bir ruh haliyle değil, bir dönem kaynadığım, durulup dem halini aldığım Bursa için, birazda nostaljik bir iç çekmeyle “ah! Nerede o günler” demekten başka bir şey değil. Aslında bu iç çekişte özne olarak tek olmadığımı da biliyorum. Bu yazıdaki amacım: bizim kuşağın takriben son 35 yıllık seyahatinin, Bursa ölçeğinde dipnotlardan yola çıkarak kısa metrajlı bir sunumunu yapmaktır.        

1970 sayımında Bursa’nın nüfusu 276 bin civarında ve iyiden iyiye göç almaya başlamış bir kent, ama yinede bütün caddelerinde trafik çift yönlü akardı. Dolmuş taksilerin ön koltuğuna iki kişi oturabilirdi. Taksiler bu gün ki gibi tek tip kıyafete/sarı renge bürünmemişti. Öyle alt-üst geçitlerimizde yoktu, çok rahat karşıdan karşıya geçmek pekala mümkündü, hele hele kendi trafik kurallarını kendisi koyan, boynunda asılı davulu ve aksesesuarları ile Deli Ayten geçerken; sürücüler Ayten’e göre pozisyonlarını ayarlardı.Sadece sürücüler mi? Ayten bu; yayaların yanağından da kesme alırdı.,hatta “öperim seni parlak!” diye haykırışı hala kulaklarımızda çınlar.

Kentle bütünleşen, kent hafızasında yerini alan ne şahsiyetler vardı. O tok sesiyle “booo za!” diye bağıran Şekerci Ahmet’i kim unutabilir ki, hazır Ahmet demişken; bici bici şeker Ahmet’imizde vardı.Canınız leblebi-çerez çekti, aklınıza kim gelir? Tabi ki Köse Habil Kahveci Simitçiler “Eskişehir unundan, Devrengeç’in suyundan, yeni çıktı fırından sıccaak simit, taze simit “ diye bağırıp satış yapardı.

Atatürk stadında simgeleşen Amigo Yaşar, duyduğuma göre kapalı çarşı ve civarında almam diyene bile detone bir sesle “ben tavsiye ediyorum “ diyerek malını satan seyyar kesecimiz hala sağ. Allah ömürler versin. Ulu Cami’nin doğu kapısında namaz çıkışlarının sadaka tahsildarı Hafız’ımız da belediye huzur evindeymiş

                                                                                                           .

Sanki herkes birbirini tanır gibiydi. Gençlerin heykel postane arasında volta atar gibi kısa yürüyüşleri vardı. Orta yürüyüşler Mahfel’de  molalanır, eğer yürüyüş uzun yapılacaksa Yeşil’e uzanır ve o meşhur “çaaaaaaay!” Derken göz ucuyla müşterilerin siparişini alan garsonun sesini duyardınız.

Fast food’da ne demek? Hamburger, pizza gibi ecnebi sözcükler bilmezdik. Bizim Şaban Sirkeci’miz vardı ve tost demeyi daha yeni yeni öğreniyorduk.

Pide Kayhan’dan alınırdı. Reyhan fırını, Mahkeme fırını farklı mamülleri ile bilinirdi. Öğlenleri kuru fasulyeci  Adem Baba’nın mekanına sıraya girmeden yer bulamazdınız!.

Çiğ köftenin kokusu, şiş kebabın dumanı Bursa semalarında görünmezdi.

Kebap deyince aklımıza sadece İskender gelirdi. Ama bir sürü de Rodop köftecimiz vardı. O zamanlar İnegöl köfte ismine daha az rastlardık. İstanbul’da yaşayan bir okul  arkadaşımın dikkatini çekmişti de bana sormuştu Rodop köftesi çok mu meşhurdur? Ben de esprili bir şekilde ”Bursa’da köfteciler Rodop, köyler Kızık, gazetelerin adı da Hakimiyet olur” deyince; hayretle “nasıl yani” dedi. Bu sefer birkaçını saymış “Cumalıkızık, Hamamlıkızık, Fidyekızık Derekızık Değirmenlikızık bunlar köyler, Hakimiyet, Bursa Hakimiyet, Doğru Hakimiyet bunlarda gazeteler demiştim.

           

Dinlenme eğlenme alanı olarak Kültürpark vazgeçilmezimizdi.

Taylan gazinosundan ne sanatçılar geçti. Hiç unutmuyorum Zeki Müren uzun bir ayrılıktan sonra (aslında birazda buruk, kırgın bir ayrılıktı) Taylan gazinosunda programa gelişi bütün gazetelerin manşetindeydi. Unutmadan söyleyeyim 70’lerin ortalarında yıldızı parlayan Bülent Ersoy filmlerde erkek rolünde oynardı.

Tayyare kültür merkezi sinemaydı. Dilek sineması, Kısmet sineması ise şimdi sadece hatıralarda var. Bursa’daki beş yıldızlı otellerden sadece Çelik Palas vardı. Ama şimdilerin Kırcı oteli o dönemlerde Acar otel olarak işletiliyordu. Ses ve sahne sanatçılarının arzı endam eylediği bir mekandı, diskoteği olması onu, ilgi duyan gençlerin de uğrak yeri yapmıştı.

Şimdilerde çok kişinin evinde Jakuzi var, eskisi gibi hamama giden var mı?

Eski kaplıca, Yeni kaplıca, Karamustafa, Nasuhpaşa, Şifalı Yeşil Hamamı, Emirsultan Hamamı, Kükürtlü Hamamı, Kadınlar içinde Hüsnügüzel ve Adak hamamı hatırımda kalanlar. Ayrıca Hüsnügüzel çay bahçesi olarak da hizmet vermişti.

           

Kentin ortak heyecanı Bursaspor

Dundee United 'i Vahit’in ceza alanı dışından attığı golle eleyişimizi hiç unutamam! Hele hele Eskişehirspor’la yaptığımız maçlar ve maç sonrası yapılanlar unutulacak gibi değil. Laf aramızda baya abarttık o dönemler. Neydi o rakip takımın bayrağını tabuta sarmalar. Muhtar Tucaltan, Hasan Bora, Metin Oktay, Toma Kaloperoviç, o dönemlerde hoca olarak ilk aklıma gelenler.

Ya futbolcular?1974 Kıbrıs barış harekatında kalecimiz Osman esir düşmüştü..Daha sonra Bursaspor da hocalık yapan milli kaleci Rasim Kara’nın ilk maçını bugünkü gibi hatırlıyorum. Mesut SEN, Kemal Batmaz, Orhan Özselek, Tezcan, Tacettin, kaptan Sinan, Ersel. ne kadar çok sayılacak futbolcu var, eğer devam edersem bu yazı bitmez, bari milli takım kaptanlığı da yapan Sedat 3’le bu bölümü noktalayalım..

           

Bursa Festivalinin açılışı heykelde yapılır ve kültür parka kadar katılan ekipler tören yürüyüşü yapardı. O dönemlerde kent meydanı olarak heykel kullanılır ve siyasi mitingler bu alanda yapılırdı. Başbakanlar genellikle heykel Valilik binasında girişinin üzerindeki balkondan halka seslenirdi. Bir keresinde Demirel konuşma yaparken Hacılar Camiinden ezan başlayınca; konuşmasını kesti ve “Allah bu ezanları semalarımızdan eksik etmesin” diyerek mitingin en coşkulu alkışını almıştı. O dönemler, Yıldırım, Osmangazi, Nilüfer gibi ilçe yapılanması yoktu, sadece merkez ilçe vardı. Büyükşehir de yoktu. Bursa Belediyesi hepimize yetiyordu.

Yeni Karamürsel ve Bursa Pazarı büyük mağazalar olarak açılmıştı. YKM farklı bir yerde faaliyet göstermekte amma, bu gün ki Orhangazi alt geçidinin olduğu yerde eski, hatta dış cephesinde Osmanlıca bir levha bulunan binada faaliyet gösteren Bursa Pazarı kentimizi terk etti. Kot pantolonu herkes giyemezdi.  Çünkü yurt dışından gelirdi. Elbiselerimizi terziler dikerdi, daha sonra tüccar terziler türedi, bir takım elbise için üç prova yapılırdı, Konfeksiyon sektöründeki gelişme bu mesleğin de yapısını değiştirdi. Bakkalımız ve mağazamız vardı, market, hipermarket, grosmarket, plaza, AVM gibi sözcükler bizim lügatımızda yer almıyordu.

           

Ekoloji ne demektir bilmezdik amma, hormonlu gıda yoktu, o dönemler de, zaten Portakalı kışın, elmayı armudu yazın görürdük. Mevsimler karışmazdı, şimdilerin dondurulmuş, şoklanmış gıda ihtiyacını kurutulmuş gıda ile ikame ederdik, turşu, konserve her evde annelerimizin maharet sergilediği uğraşı alanlarıydı.

           

Çevre kirliliğiyle çok sonraları tanıştık. Mudanya’nın; Gemlik’in hemen her yerinden denize girilirdi. Koli basili ile hiç merhabamız olmamıştı. O Güzelyalı/Burgaz sahilinde köye kadar tek tük inşaat vardı. Arka tarafta oluşan mahalleler tamamen zeytinlikti.

Şimdi Bursa’ya bakıyorum da

Hiç kıymet bilemedik, derelerini örttük, havasını kirlettik, ovasını katlettik,

           

O dönemler Cuma namazına giden bir çok esnafın, dükkanım soyulur korkusu olmadığından kepenk indirmediğine, cumaya gittiğini belirtmek için bazen kapıya bir sandalye veya boş bir kasa koyduğuna tanık olurduk.

           

Hiç unutmuyorum birisi bana Çekirge ile Bursa zamanla birleşecek diyen birini anlatmıştı ve eklemişti “birleşmeye ne kaldı diye” haklıydı çünkü bir dönem Bursa’nın pahalı dairelerinin bulunduğu Acemlerde biz futbol oynardık.

Kükürtlü çok sonraları binalaştı. Nilüfer 1980 sonrası oluşan bir ilçe, Bademli, Çağrışan villaları daha dünün çocukları gibi. Bursa ile Mudanya bina binaya, kucaklaştı bile.

Hey gidi günler hey! Ne dersiniz bizim kuşak artık iyice yaşlanmaya başladı dimi?

(Bu yazıyı 2005 yılında yazmıştım. Aradan 15 yıl geçti. Bizim 35 yıllık seyahat bu gün 50 yıllık olmuş. O tarihte Ak Parti il başkanı idim. Yazdığım dönemi yaşayıp dergideki yazıyı okuyanlardan randevu isteyip ziyarete gelenlerden “Başkan beni yazmışsın, beni gençliğime götürdün” diyenler olmuştu. Yazı yazıldığında keseci ile Hafız sağdı. Şimdi yaşıyorlar mı bilmiyorum)