Mevsim karakış, yerlerde diz boyu kar...

Rahmetli babam, gece kahveden çıkıp eve doğru gelirken, sokağın başında bir hırıltı duyuyor...

Şöyle bir bakınıyor çevresine...

Karlar içine bırakılan bir kutudan geldiğini fark ediyor hırıltının...

Kutuyu yavaşça açıyor, henüz birkaç günlük biri siyah diğeri beyaz iki köpek yavrusu...

Soğuktan donmak üzere olan birbirine sarılmış iki sevimli yavruyu, hemen paltosunun altına koyup getiriyor eve...

Bir yanda fakirlik bir yanda ağır kış şartları ve evde yedi çocuk yetmezmiş gibi iki de köpek yavrusu gelince annem kızıyor babama fakat belli etmiyor.

Sönmekte olan sobanın ateşini yeniden canlandırıyorlar.  Yavru köpekleri de sobanın dibine koyuyorlar. Isındıkça canlanıyor yavrular...

Ilık sütü içince de kendilerine geliyorlar.

Sabah olunca evimizin merdiven altına onlara korunaklı güzel bir yer yapıyor babam, havalar ısınına kadar burada bakıyor daha sonra da bahçeye çıkarıyorlar.

Büyüdükçe sevgileri, sevimlilikleri de artıyor, yalnız ailemizin değil sokağımızın maskotu oluyor iki köpek...

Aynı zamanda mahallemize dadanan hırsızların da korkulu rüyası... Hele bir yabancı geçsin, yapışıyorlar paçalarına anında…

Fakat bir gün muhtar babamı çekiyor kenara, “Benden duymuş olma ama sizin köpeklerden mahalle sakinlerinin şikâyeti var, çocuklarını ısırmasından korkuyorlarmış. Bunlara bir çözüm bulalım” diyor.

Komşularıyla kötü olmamak, vebal almamak için mecburen köpekleri arabaya koyup Mudanya Yolu’ndaki Geçit Köyü’ne bırakıp dönüyor babam, yüreği bin parça, gözlerinde yaşlar!

Bu zorunlu vedanın üzerinden belki beş altı yıl geçmiştir…

Bir hafta sonu arkadaşlarıyla Mudanya’ya pikniğe gider babam, mangalda pişirecekleri köfteleri hazırlarken, bir el omzuna dokunur...

Dönüp bir bakar ve gözlerine inanamaz...

Yıllar önce donmak üzereyken bulup büyüttüğü o köpeklerden siyah olanı karşısındadır.

Babamı kokusundan tanımıştır.

Çok sevinir!

Sarılır, öper koklar, bu arada hazırladığı köftelerden de yedirir bol bol...

Diğer beyaz renkli olanı da arar çevrede ama bulamaz…

Babam,  bu gerçek hikayeyi bizlere her anlatışında ağlar, bizi de ağlatırdı.

Hikâyenin sonunu da şöyle bağlardı;

 “Şu köpeklerde olan vefa ve sadakat duygusunun yarısı insanlarda olsaydı, hayat ne güzel olurdu!”

…………………………………………….

Sokak kedisi ve köpeklerine dair medyada ne zaman olumsuz haberler görsem, son kitabımda yer verdiğim, rahmetlinin o siyah-beyaz sımsıcak hikâyesi ve sözü gelir aklıma hep...

Son zamanlarda sokaktaki can dostlarımıza karşı yine şiddet haberleri duymaya başladık.

Üzülmemek elde değil…

Kimse kusura bakmasın...

Sokak hayvanlarını katledenler, eziyet edenler insan olamaz! 

Hele hayvan hiç olamaz!