Atalarımız boşuna dememişler, “Kör ölür, badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur!” diye…

Bunun örneklerini günlük hayatta çok yaşıyoruz.

Örneğin hayattayken eserleri maddi manevi değer görmemiş sanatçı öldükten sonra popüler olur, eserleri kapışılır!

Ya hayattayken birbirini çekemeyen, aynı ortamlarda bulunmaktan kaçınanların cenaze törenlerindeki yapmacık gözyaşlarına, üzüntülerini belirten sahte demeçlerine ne demeli?

Siyasetçilerin kaderi de aynıdır…

Yaşarken oy vermedikleri hatta en sert şekilde eleştirdikleri, suçladıkları siyasi parti liderlerine, belediye başkanlarına öldükten sonra ardından ağıt yakanlar, bugün onları mumla aradıklarını söyleyenler yok mu?

Eş dost akraba arasında da vardır bu tiplerden…

Bu tür insanlar için de atalarımızın yine güzel başka bir sözü daha var, “Ölü gözü lensli olur” derler!

Gazeteci olarak bizler de çok tanık oluyoruz sırma saçlı kellere ve badem gözlü körlere!

Hele muhabirlik döneminde bizzat yaşadığım bir olay var ki süper!

Vatandaş cinayete kurban gitmiş, canlı fotoğrafı şart… Fotoğrafını bulmadan gazeteye gelmek işten kovulma nedeni!

Tabii o yıllarda Google, internet filan yok, tıklayıp ismini, bulasın anında en yakışıklı resmini!

Mecburen ev adresini bulup, gittim…

Bir baktım, ölen vatandaşın eşi ve genç kızı her şeyden habersiz, toplamışlar eşyaları evlerinin ortasına, boya badana yapıyorlar.

Müzik setine de koymuşlar İbrahim Tatlıses’in kasetini, bangır bangır bağırıyor:

“Ölürsem kabrime gelme istemem!”

Bu durumda gel de söyle kadına kocasının öldüğünü!

Zaman geçirmeden ve diğer gazetelerden muhabirler gelmeden önce bir şekilde sohbete girmem lazım…

Çaldım kapıyı, karısı pencereden seslendi:

“Kime baktın?”

“Adem Abi'nin evi burası mı?”

“He o kör olasıca, boyu devrilesi herifin evi burası. Niye sordun?”

“Beni gönderdi, vesikalık resimlerinden bir tane istedi…”

“Ne yapacakmış resmini, gâvur oğlu gâvur?”

“İş içinmiş…”

“İşi batsın!”

Söylenerek içeri girdi, siyah beyaz solgun bir vesikalık fotoğrafıyla döndü geri…

Bana fotoğrafı uzatırken hala söyleniyordu:

“Çalışır mı o tembel, eve bile uğradığı yok… Ölse de kurtulsak… Ah nerede o günler?”

Gerçeği söylemenin tam sırasıydı…

Madem kocasından bu kadar bıkmış, fırsat bu fırsat pat diye söyledim gerçeği:

“Yenge, hadi gözün aydın o zaman, Adem Abiyi kaybettik!”

Bir iki dakikalık suskunluktan sonra...

Kadın ve kızı ile şöyle bir bakıştılar. Ardından bir çığlık, bir feryat figan ki sormayın gitsin…

Mahalle ayağa kalktı.

Yerden yere atmaya başladı kadın kendini:

“Gittiiii, aslan gibi kocam gitti! Evimin direği, gözümün nuru gittiiii! Ademim ben ne yaparım sensiz? Hangi caniler nasıl kıydılar melek gibi kocama?”

Az önce, ölse de kurtulsam dediği kelek, oldu anında melek!