S.Freud’un çok sevdiğim bir özlü sözü var; Sevgi, bilgi ve çalışmanın ne vatanı, ne gümrük duvarları ne de üniforması olur diyor ünlü hekim. Pek farkında olmasak bile yaratılanı sevmek her türlü mutluluğun kapısını açan anahtardır. Stres, herkesin kabul ettiği gibi ömrümüzü kısaltan, bizleri hasta eden başlıca faktörlerden biri ise o zaman sevgi, saygıyı da beraber getirir, sağlığı da, uzun ve sağlıklı yaşamı da. Bakın dünyanın en uzun yaşayan topluluklarına ne dediğim hemen ortaya çıkıverir.

Kanser Latince’de yengeç kelimesinden türetilen bir tanımlamadır. Yengeç, bacakları ile tuttuğu yeri kolay kolay bırakmadığı için bu hastalıkla benzer bir yanı vardır. Hücrelerin üremesi, üremesinin durdurulması, temizlenmesi, yok edilmesi vücutta bir takım kontrol mekanizmaları ile düzenlenmektedir. Örneğin bir ameliyat yarasının 2 ayrı kesik parçası iyileşmeye başlayıp birleştiklerinde buradaki hücrelerin yeterli sayıya ulaşması ile yaranın iyileşmesi gerçekleşip yeni hücre yapımı durdurulur. Bu işlemler bir takım genetik faaliyetler ile yönetilmektedir. Ama kanserde olay sağlıklı dokuyu aşarak, kontrolsüz şekilde hücrelerin büyümesi olayıdır.

Yakın zamanda serbest çalışmama rağmen onlarca kanser vakasına denk geldim. O kadar yaygınlaştı ki bu hastalık artık pek yaşlı ve genç demeden saldırıya geçiyor. Sebepleri arasında çok sayıda etken sayılsa da benim her zaman vurguladığım şey düzenli ve mümkün olduğunca doğal beslenme ile çoğu kanser vakasının önüne geçebileceğimizdir.

Vücudumuzun bir savunma sistemi yani silahlı kuvvetleri var. İç ve dış düşmanlar ile bunlar mücadele etmekte. Ağız boşluğu, deri, kan, iç organlar hep bu savaş hücrelerimiz ile dolu. Bunların düşmanla savaşırken gerekli mühimmatı ise yediklerimizden gelmekte. Pizza, poğaça, pirinç pilavı, fast food tarzı besinler ile de silah yollarsınız ama bu silah sapanla taş atmaya benzer. Balık, yoğurt, yeşillikler, tohumlar gibi yiyecekler ile de silah gönderebilirsiniz ki bunlar da ağır makineli silahlar gibi iş görürler. Yani olayın senaryosunu şekillendirip bunu filme aktarmak tamamen bizim elimizde.

Ellerimizle şekillendirdiğimiz yaşam biçimimiz de kanserin ortaya çıkmasına neden olmakta. Besinlerimiz, toksik maddeler, tarım ilacı artıkları, stres hormonlarının hakimiyeti, çeşitli zehirler, çevremizdeki kanserojen ortam hücre çekirdeğinde bulunan genetik yapımızı deforme ederek, yani genlerimizin işleyişini bozarak da kontrolsüz hücre çoğalmasına yol açabilmektedir.

Şu unutulmasın; İnsan vücudunun kanseri yenme özelliği genellikle bize doğumdan itibaren verilen bir armağan. Örneğin T lenfosit adlı hücrelerimiz küçücük yapılarına rağmen kendinden çok büyük kanser hücrelerini öldürebilecek özelliklere sahip. Bunu nasıl yapıyor biliyor musunuz? Adeta birine bıçağı saplar gibi o da kanser hücresinin zarını patlatıyor ve zarı delinen kanser hücresi eriyip yok oluyor. Hele NK (doğal katil) hücreleri denilen bir tür özel hücre gurubumuz var ki bunlar her gün vücutta tur atarak kanserli hücre avına çıkar ve bulduklarını hemen yok ederler.

O zaman bu içerideki askerlerimiz bir yandan bizler bir yandan savaşırsak bu lanet hastalığı yenebiliriz. Dikkat ettiniz mi bu yazımdan çıkarılabilecek özete? Mevla’m veriyor, biz kaybediyoruz.

AÇLIK İNSÜLİN DÜZEYİMİZE DİKKAT

Son birkaç yıldır yapılan çalışmalar garip garip gıdalar kullanarak arttırdığımız insülin denilen hormonumuzun azının karar çoğunun zarar olduğunu bizlere iyice öğretti. Açlık insülin düzeyiniz 5 ünitenin üzerine çıkmaya başladığı an sıkıntılar da başlıyor. Sıkıntıları yaratan sadece şeker değil. İnsülinin kendisi de vücutta başlattığı sinsi bir iltihap nedeni ile nerde bir hücre varsa onun canına okumaya başlıyor, adeta hücreleri yakıp kavuruyor. Hatta meme dokusunda kanser gelişimini adeta coşturuyor. Oluşmuş kanser hücrelerinin uzak bölgelere yayılmasını sağlıyor (metastaz). Sempatik etki denilen etki ile damarlarımızı sıkıyor, sertleştiriyor ve kalp hastalıklarına neden oluyor. İnsüline dikkat!