Rahmetli Aşık Mahsuni’nin Bedenim Müslüman ama kaderim kafir, adam olmak artık dile kolay mı diye bir eseri vardır. Bazı anlarda elinizden gelen gayreti sarf etseniz de yapacağınız bir şey yoktur, sizi aşan çok engel vardır düşüncesine kapılabilirsiniz. Pek çoğumuz bu gibi durumları yaşamışızdır. Ancak gerçekte öylemi?

İnatla birtakım engellerin üzerine gidildiğinde başarıya ulaşıldığı da bir gerçektir. Örneğin buğdaysız bir yaşam olur mu hiç diye düşünürken ABD’de bir kardiyoloji uzmanı olan Dr. William Davis pek çok kalp hastalığını buğdayı hastalarıma kestirerek tedavi ettim diyor. Ekmeğin en fazla alınan karbonhidrat olduğu düşünülürse bunu kesmenin hemen hemen imkansız olduğu düşünülür. Hatta karbonhidratı hiç vücudumuza alamayız o zaman gibi bir düşünce de yerleşebilir bizlerde. Ancak baklagiller, muz gibi bazı meyveler, patates, lahana grubu sebzeler de mükemmel ve kolay kolay obezite ve şeker hastalığına yol açmayan karbonhidrat kaynaklarıdır. Başlangıçta zor da gelse bunu başarabilen hastalarının olduğunu ve sağlıklarına kavuştuklarını belirtiyor aynı hekim.

D VİTAMİNİ VE KANSER İLİŞKİSİ

Her geçen gün kıymeti biraz daha anlaşılıyor D vitamininin. Vücudumuzda asayiş ile ilgili hücrelerin etkinliğini arttırarak kontrolsüz bir şekilde hücre çoğalmasını engelliyor. Bu nedenle özellikle meme, prostat ve kalın bağırsak kanserlerinin önlenmesi için D vitamini değerlerimizin normal sınırlarda tutulması çok önemli. Güneşli günlerde sadece yarım saat güneşten direkt yararlanma günlük ihtiyaç için yeterli. Karaciğer, et, sakatat, balık ve balık yumurtası, tereyağı, peynir, mantar, tohumlar, yulaf, patates de iyi birer D vitamini kaynağıdır. Süt de bir kaynak olmakla beraber abartıldığı kadar etkin bir kaynak değildir.

TURŞU ZAMANI

Ev yapımı sirke ve turşular iyi birer probiyotik kaynaklarıdır. Günümüzde sık karşılaşılan kanser türlerinden olan kalın bağırsak kanserinin oluşumunu büyük ölçüde engelleyebilen bu besinler sofralarımızdaki yerlerini tekrar almalıdır. 110 trilyon hücreden oluşan vücudumuzun sadece 100 trilyonunun bağırsaklarımızda yaşayan probiyotik mikroorganizmalar olduğu unutulmamalıdır. Sabah kahvaltıda bir poğaça, öğle yemeğinde ekmek arası et veya türevleri, akşam ise kolay olsun diye bir hazır çorba ve makarna ne sizi besler ne de probiyotiklerinizi. Bu beslenme tarzı çoğu gençlerimize yabancı değil. Haaa kanserlerin de bu derece fazla olması öyle…

OBEZİTE KADER DEĞİL

Bazen midemizi küçülttüreceğimize acaba dilimizdeki tat tomurcuklarını ve bunlardan beynimize giden sinir demetini kesersek bu iş nasıl olur diye düşünmedim değil. Öyle ya tat ve kısmen bazı kokular yedirdikçe yediriyor bizleri, doyduğumuzu anlamıyoruz. Kokain ve benzeri maddelerin beynimizde gerçekleştirdiği haz duygusunun aynısını tat duyusu organımız vasıtası ile bazı yiyecek maddelerini alarak gerçekleştiriyoruz. Hamur işi dolu tabaklar ile kadınlarımızın kabul günlerinde bu haz var. Pamuk şeker, saplı şeker ve benzerlerini ellerine tutuşturup parklarda gezdirdiğimiz çocuklarımızda bu haz var. Ağır bir yağlı ve proteinli akşam yemeğinden sonra alınan tatlılarla dolu masada bu haz var. Alkol almadan da bu haz alınabiliyor yani.

ABD’de yapılan istatistikler, bilimsel kaynaklarından çok yararlandığımız için ülkemizdeki istatistiklerden daha fazla göze çarpar. 1900’lerin başlarında ABD’de kanser görülme oranı % 3’lerde iken günümüzde % 30’ları aşmış durumdadır. Genetiktir diyemiyoruz. Genlerde bilimsel olarak bu kadar kısa bir sürede kalıcı bir değişiklik olamayacağına göre olay çevresel kaynaklı olarak düşünülmelidir. Çevre kirliliği, toprağın ve tohumların değişimi, omega-3 yerine omega-6 kullanımının artışı, trans yağlarla dolu gıdalar, katkılı gıdalar, pek çok toksin ile içlerimizin dolması, iyonize radyasyon ve betonlar ile kuşatılan bir ülkede insan hücrelerinin isyan ederek vereceği cevap tabii ki kanserleşmek olacaktır.

En çok üzüldüğüm konu ise küçük çocuklar. Kendilerine yeni bir hayat verilmiş. Bebekliklerini, çocukluklarını, gençliklerini yaşayacaklar. Oynayacaklar, okuyacaklar, sevip sevilecekler. Ama güneşi yeteri kadar alamayan beton binalar, verimliliği giderek düşen topraklar ile büyüyorlar. Çoğunun gıda diye bildiği şeyler beyaz undan yapılan ürünler. Paketler içinde market raflarında sergilenen, probiyotik, vitamin, lif ve vitamin değerlerinin ne olduğu bilinmeyen, fruktoz dolu içecekler ve yiyecekler ile yaşamlarını devam ettiriyorlar. Okullarımız ve ailelerimiz de bu konuda yeterli bilince sahip değil. Atalarımız genetik talimatlara uygun gıda alıp uygun hücre yaparken çocuklarımızın hücreleri ise ne yapalım bize bu gıdalar düştü diyerek kendilerini oluşturuyorlar. Büyüdüklerinde onlar da istatistikleri şişirecekler.

Ülkemin geleceği için, gelecek nesillerin sağlıklı olabilmesi için çocukluk çağından itibaren bu gidiş iyice irdelenmelidir. Nesimi ne güzel demiş: Nesimi’yim vay başıma, kan karıştı göz yaşıma, yağın istemem aşıma, yeter zehrin katmasın…