Herhangi bir varlığa uygulandığında onda gerginlik ve işleyişinde bozukluk yapan, çok yoğun olduğunda ise yapı ve görevlerde köklü değişim ve çöküntü yapan etkiye stres denilir. İnsan isteklerini karşılayamaz ise stres oluşur. İhtiyaçların sınırsızlığı, ihtiyaçlar için girişimde bulunulduğunda karşılaşılan engeller stresi doğurur.

Stres iç veya dış kaynaklıdır. Düşünceler, anlamlar, yorumlar, kaygılar ve benzeri durumlar iç kaynaklılara, çevre, iklim, hava, gürültü ve benzeri durumlar ise dış kaynaklılara örnektir. Stres kısa süreli olursa kalp atışında hızlanma, hafif kan basıncı artışı, kaslarda gerginlik, endişe, dikkati toparlayamama gibi durumlar ile karşılaşılabilir. Uzun süreli streste ise baş ağrıları,ülserler, yüksek tansiyon, depresyon, fobik reaksiyonlar gibi daha bir çok durum ortaya çıkabilir. Çocukluk çağından itibaren sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinen ve spor yapan kişiler stres ile çok kolay baş edebiliyor.

Stres  vücutta alârm dönemi, direnme dönemi ve tükenme dönemi şeklinde bir yol takip ettirir. Stresli kişilerde kortizol ve adrenalin denilen hormonlar yüksektir. Bu iki hormon da iştah merkezini uyararak yemek yemeyi sağlarlar. Beyin hücrelerinin daha fazla serotonin istemesine neden olurlar. Bu durum da daha fazla (ve özellikle işlenmiş haldeki) karbonhidrat tükettirir. Stres, glisemik indeks değeri yüksek olan gıdaları bizlere tükettirir. Bu durum insülin direncine giden yolu başlatır. Sonuç olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kişi stresli olduğunda asla iyi bir yeme alışkanlığına sahip olamaz. Katkılı, koruyucu madde içeren, allerjik etkili maddelere yönelir ve bunun sonucunda da bağışıklık sistemi giderek zayıflar. Gerisini sizler zaten biliyorsunuz…

HARAKİRİ

 Japonlara özgü bir kendini öldürme yöntemidir. Genellikle onurunu korumak amacı ile gerçekleştirilir. Kişi keskin bir bıçak ile karnının sol yanından sağ yanına doğru iç organlarını parçalayarak yaşamına son verir. İkinci Dünya Savaşı’nda savaşı kaybedeceğini anlayan Japon askerlerinin komutanları ile beraber toplu olarak harakiri yaptığı kayıtlara geçmiştir.

Bağırsaklarımız kendisine kadar gelen maddelerin ince elenip sık dokunduğu bir organımızdır. Bu organ tamamen açıldığında nerede ise bir futbol sahası kadar alana denk gelir. Bağırsak hücrelerimiz ile komşu olarak ve kardeş kardeş yaşayan bir de probiyotik etkili mikroorganizmalarımız vardır. Bu birliktelik ve karşılıklı görev dağılımı daha seçici olarak gerekli maddelerin bağırsaklardan emilerek kana geçmesine neden olur. Tıpkı gümrük kapılarından ülkemize kontrollü olarak giren insan veya mallar gibi. Kapılar bağırsak hücresi ise gümrük görevlileri de birer probiyotiktir. Probiyotikleri besleyen gıda maddelerine ise prebiyotik denilmektedir. Fasulye grubu sebzeler, meyvelerin ve sebzelerin içerisindeki lifler, tam tahıllar, kuruyemişler iyi birer prebiyotik kaynaklarıdır. Prebiyotiklerden fakir beslenmek de probiyotik etkili mikroorganizmalarımızı azaltır. Ayrıca un ve şeker ağırlıklı beslenme, bazı mide koruyucu adı altında kullandığımız ilaçlar, ağrı kesici ve romatizmal hastalıklarda kullanılan bazı ilaçlar, doğum kontrol hapları, katkılı gıdalar, asitli içecekler, bazı diş macunları ve antibiyotik kullanımı da probiyotik etkili mikroorganizmalarımızın bağırsaklarda azalmasına neden olabilmektedir.

Binlerce hasta baktım. Beslenme konusunda kendisine dikkat etmeyen pek çok genç insan ile karşılaştım. Turşu yememiş, sebze yememiş, balığı aluminyum ile kaplanmış ve trans yağ dolu konservelerde veya pizzaların içinde görmüş, günde en az yarım litre asitli ve tatlandırılmış içerikli içeceklerden içmiş, ana gıdası kızarmış tavuk ve kızarmış patates olan pek çok genç gıda aldıklarını sanıyorlar. Sonuçta gencecik yaşta probiyotik etkili mikroorganizmaları azalıp bağırsakları mantar ile doluyor. B 12 vitaminleri azalıp unutkan ve soluk görünümlü, halsiz birer birey oluyorlar, serotoninleri düşüyor, D vitaminleri azalıyor depresif oluyorlar, sık hastalanıyorlar hatta mutluluğu kendilerini bitiren bazı haplarda arıyorlar.

Oysa bir arabanın bile kullanım kılavuzunda, bir odun motorunun kullanma kılavuzunda, çamaşır ve bulaşık makinelerinin kullanma kılavuzlarında hangi yağı kullanılacağı, hangi benzini kullanılacağı, hangi eğe ile zincirin bileneceği, hangi suyun ve kireç çözücülerin kullanılacağı yazmakta. Bunları yazmanın amacı o arabanın veya motorun uzun ömürlü olması içindir. İnsanımızın kullanma kılavuzu ise bir yerlere atılmış duruyor.

Gençlerimiz yavaş yavaş harakiri yapıyorlar. Ama Japonlar bunu onurluk adına için yapıyor bizler ise oburluk adına.