Özellikle ülkemizde ve Dünyanın pek çok ülkesinde son 50 yıldır inanılmaz artış gösteren bir hastalık şeker hastalığı. Genel olarak 2 tipi var denilse de (Tip 1 ve Tip 2) günümüzde çeşitli özellikleri göz önüne alınarak tanımlanmış tipleri de bulunmaktadır.

Şeker hastalığından bahsedilirken genellikle tip 2 şeker hastalığı kastedilir.  Tip 1 şeker hastalığı çoğu zaman erken çocuklukta başlar ve vücut insülin denilen hormonu hemen hemen hiç yapamaz. Bu kişi insülin kullanmak zorundadır ve şeker hastalığı grubunun % 4-5 i kadarını oluştururlar. Tip 2 ise  % 90 dan fazladır ve genellikle kişide insülin kullanılmasında sıkıntılar vardır. Hücreler aşırı karbonhidrat yükü karşısında insüline kapılarını kapatır. Bu nedenle şekeri illâ hücre içine sokacağım diye daha da fazla insülin salınır. Fazla insülin hem karaciğeri hem damarları hem de genel olarak vücudu yağlandırır. İnsülin fazlalığında yandaş bazı maddeler de kana karışarak kronik bir iltihap başlatır ve sona doğru yolculuk da burada başlar.

Eskiden insanlar öldüğü zaman yakınlarına neden öldüğü sorulduğunda yaşlılıktan derlerdi. Yirminci yüzyılın ortalarından sonra insanların ölüm raporlarına yaşlılık yerine artık bir hastalık yazılmaya başlandı. Bebek ölümlerinin azalması, enfeksiyonlarla mücadele yöntemlerinin gelişmesi ölüm yaşı ortalamasını arttırdı. Ama sağlıklı olarak ileri yaşlara kadar gelebiliyormuyuz asıl soru bu.

Binlerce yıldır alışık olduğumuz gıdalarımızın genetik yapımızı şekillendirdiğini unutarak son 50 yıldır vücutlarımızın hiç alışık olmadığı gıdaları almaya başladık. Adı sanı belli olmayan bir takım yağlar da sofralarımıza girdi ve hücrelerimizin içinde bulunan DNA mızın genetik şifreleri karmakarışık hale geldi. Daha da açıkçası bilgisayarlarımız gayet iyi çalışırken tanımadığımız programları da kullanmaya başladık ve içleri virus dolarak istediğimiz verimi alamamaya başladık. Net olarak söylüyorum. Beyin sağlığımızın bozulmasından karaciğer sağlığımızn bozulmasına kadar en büyük suç tükettiğimiz besinlerdedir.

2011’de MetLife Dergisi’nde yayınlanan bir yazıda şöyle diyor: İnsanların % 31 kadarı kanserden değil, ölümden değil, bunamadan bu ikisinden de fazla korkuyor. Üstelik bu korku sadece yaşlılara has değil. Besinlerimizi seçerken yaptığımız yanlışlıklar ve beraberinde gelen insülin fazlalığı (ki laboratuar değerleri üst sınırı 18 gösterse de açlık insülini 6 üniteyi aştımı sıkıntı başlıyor) beynimizi de etkiliyor. Hangi konumda ve kim olursanız olun bu sıkıntı beyninizi küçültüyor, bozuyor.

Şeker hastalığınızı ne kadar kontrol altına alırsanız yaşamınızı kısaltan durumları da o kadar engellemiş olursunuz. Yüksek kan şekerine sahipseniz sizi bekleyen en büyük tehlike kalp damar sistemi hastalıklarıdır. Şekerin etkisi ile bozulan damarlar belli bir süre sonra fonksiyonlarını kaybederler. Bunu ekip biçtiğiniz bahçenize gerekli suyu taşıyan su kanalların bozulması ve buna bağlı olarak bahçenizin veriminin düşmesi gibi düşünebilirsiniz. ABD Diyabet Birliği (ADA)’ne göre bu ülkede yaşayan şeker hastalarının % 70 inden fazlasında yüksek tansiyon mevcuttur. Yüksek tansiyon da kalp hastalıkları, inme ve böbrek hastalıkları riskini çok arttırmaktadır. Yine bu kuruluşa göre ABD’deki tüm yeni böbrek yetersizliği (diyalize sürükleyen hastalık) vakalarının % 44 ünün sebebi şeker hastalığıdır.

Şeker hastalığının bir diğer hasarı sinirler üzerine olanıdır. Yüksek şeker miktarları vücudumuzda kendi kontrolümüzde olmadan yani iç işleyişle görev yapan bazı organlarımıza giden sinirleri harab eder. Bu yolla da kalp hastalıkları, mide, bağırsak gibi bazı iç organlarımızda işleyiş kusurları görülebilir. El ve özellikle ayaklara giden sinirlerin tahribi ile öncelikli olarak his kusurları başlar. Bir müddet sonra özellikle ayaklarda oluşan ve iyileşmesi çok zor olan yaralar ortaya çıkar. Bu yaralarda enfeksiyon gelişmesi halinde bacakları belirli noktalardan kesmek gerekebilir.

Diş ve diş eti hastalıklarına da şeker hastalarında sık rastlanılmaktadır. Ağız içinde kan dolaşımının bozulması, tükürük salgısının azalmasına ve bu da plâklara neden olur. Diş eti kollajeninin azalarak diş etlerinde çekilme olması da bu bozukluklardan birisidir. Diş eti bozuklukları ciddi kalp hastalıklarına da neden olabilir. Şeker seviyelerinizi normal sınırlarda tutmak ve iyi bir ağız bakımı  ile bu konuda başarılı olabilirsiniz.

Günümüzde sadece 3 aylık şeker ortalamasını ölçtüğünü sandığımız bir tetkik var. Adı Hemoglobin A1c. Bu tetkik aynı zamanda şeker ile birleşen proteinlerin vücudumuza ne denli zarar verip vermediğini de dolaylı olarak göstermektedir. Şeker ve protein bileşimi olayına batıda Glikasyon denilmektedir ve son yıllarda bu olayın önemi çok artmıştır. Hemoglobin A1c aynı zamanda kan şekerinin beyin proteinlerine verdiği zararı da dolaylı olarak bize bildirmektedir.

Unutulmamalıdır ki bizler genetik ve fizyolojik olarak tarım devriminden (yaklaşık 10 bin yıl önce) çok daha önceden yaşayan atalarımızın birer kopyalarıyız. Bugün kendimizi avcı ve toplayıcı görmesek bile vücutlarımız halen eski usule göre işliyor. Oysa bizim dayattığımız gıdalar bu usule aykırı ve bütün aksaklıklar da bundan kaynaklanıyor. Yani dizel arabaya artık benzin koymaya başlıyorsunuz ve motor da buna göre cevap veriyor, yani tekliyor.

Şunu unutmamalıyız. Önlenebilir yani kader olmayan pek çok hastalık diğer hastalıklardan çok daha fazla can alıyor. Yine atalarımız, yine atalarımız. Ne demişlerdi: Ne ekersen onu biçersin.