2.5- 3 kg ağırlığında bir bebek olarak doğuyor ve onlarca katı kilolara erişerek yaşamımızı sürdürüyoruz. Hiç düşündünüz mü kaslarımızı, kemiklerimizi, dokularımızı ilerleyen yıllarda nasıl oluşturduğumuzu? Aldığımız gıdalardan tabii ki…

Dünyada sağlıklı ve uzun yaşayan topluluklar incelendiklerinde bunların genellikle doğal beslenme tarzlarını bozmadıklarını, kendi dünyalarında mutlu ve barış içinde yaşadıklarını, birbirlerini sevdiklerini, çıkar ilişkileri ile değil, yardımlaşma duygusu ile birbirine bağlı olduklarını görmekteyiz. Bu konuda internet ortamında sayısız belge ve gözlemlere dayanan yazılar okuyabilirsiniz. Anadolu’da da köy yaşamını terk edip şehirlere yerleşen aileler bu gözlemi çok iyi bilmektedirler.

Yapılan çalışmalar doğallıktan uzak ve insan genetik yapısına uygun olmayan gıdalar ile beslenenlerde depresyon, anksiyete, otistik yapı, agresif davranışlarda artış olduğunu kanıtlamıştır. Yine doğallıktan uzak rafine gıdalar ile beslenen annelerin çocuklarında diğerlerine göre entelektüel düzeylerde % 20 azalma saptanmıştır. Taş devrinden günümüze kadar özellikle tarım devriminden sonra giderek beyinlerimizde hacim olarak küçülme olduğu kaydedilmektedir. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de cezaevi, ıslahevi ve yatılı okullarda kalanların beslenme düzenleri incelendiğinde karbonhidrat ağırlıklı beslenen gruplarda kavgaların, huzursuzlukların daha hakim olduğu gözlemlenmiştir.

Beslenme konusunda yapılan yanlışlıklar ile ilgili pek çok duyarlı bilim insanı, politikacı ve aydın çevreler seslerini duyurmaya çalışmaktadırlar. Şubat 2011 Yılı’nda İzmir Eski Belediye Başkanı Burhan Özfatura GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) içeren ürünlerin genetik yapımızı bozduğunu, cinsi sapık insanların türediğini, ülkemiz insanının geleceğinin yok edileceğini o dönemdeki başbakan, tarım bakanı ve muhalefet parti başkanlarına yazdı. Ülkemizde kısırlık oranının 1975 yılında % 2’lerden günümüzde % 33’lere dayandığını biliyor musunuz? Üstelik bu kısırların yaş ortalaması 25’li yaşlar. Çevrenizdeki üremeye destek merkezleri, tüp bebek merkezlerine bir bakın, olayın gerçekliği konusunda hiç şüpheniz kalmayacaktır.

B12 vitamini, D vitamini, Serum demir düzeyleri, omega 3 düzeyleri, bazı amino asitler ve mineraller büyük bir çoğunluğumuzda eksik. Bu besin maddeleri en çok hayvansal kökenli gıda ürünlerinde bulunmaktadır. Et, yumurta, balık, karaciğer, sakatat, yoğurt, süt, peynir gibi… Bu eksikliklerin olduğu kişilerin beyinlerinde hücreler arası koordinasyonu sağlayacak maddeler de eksilecek ve yukarıda saydığımız pek çok davranış bozukluları karşımıza çıkabilecektir. Oysa bu vitamin ve diğer maddeleri içeren besinleri bize damar sertliği, kanser, kolesterol yapar diye yedirmeyen ve bu konuda da etkili olan bir kuvvet var karşımızda ve ısrarla bunu sürdürmekte.

Ülkemizde yaygın bir bilgi kirliliği var. Bu kirlilik insanlarımızın da kime güveneceği konusunda kafalarda karışıklıklara neden olmakta ve kısır döngü işlemeye devam etmektedir. Pek çok hekim beslenme konusunda elini ortamdan çekmiş, bu hassas konu maalesef insan fizyolojisini, anatomisini bilmeyen bir takım koçlara kalmıştır. İlköğretimde fen bilgisi derslerinde, ortaöğretimde biyoloji derslerinde, tıp fakültelerinde ise fizyoloji derslerinde kasların görevi yağları yakarak enerjiye çevirmektir derken bu koçlar hareket ettirmeden insanları zayıflatma dertlerine düşmüşler, insanlar taşlardan, lahana çorbalarından medet ummaya başlamışlardır.

Tesisatçıların en çok para kazandıkları yerlerin fastfood dükkanlarının tıkanan tesisatları olduğunu biliyor musunuz? Hepsi için geçerli olmasa da defalarca kızartma yapılıp dökülen yağlar giderleri tıkıyor. Bizler çocuklarımıza tencere yemeklerini unutturup bu gıdalardan oluşan menüleri sunuyoruz. Boğazımızdan keserek büyüttüğümüz, ateşi çıktığında sabahlara kadar başlarında beklediğimiz çocuklarımıza…

Şeyh Edebali büyük bir Türk Bilgesidir. O fizyolojiyi, anatomiyi, GDO’lu gıdaları bilmeden yüzyıllar önce damadı Osman Gazi’ye şöyle dedi: Oğul, İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Ötesi var mı?