Ekşioğlu, “Yeterli miktarda verildiği zaman insan veya hayvan sağlığını olumlu yönde etkileyen mikroorganizmalara probiyotik diyoruz. Bunları dışarıdan da alabiliyoruz, vücudumuzda da var. Bağırsaklarımızı tamamen açtığımızı düşünürsek 300m2 bir alan oluşuyor. Neredeyse bir futbol sahası. Burada trilyonlarca probiyotikler var ama bizim bunları iyi beslememiz gerekiyor. Mesela çok sık antibiyotik veya kadın doğum ilaçlarını kullanıyorsanız, alkol kullanıyorsanız veya trans yağlarla besleniyorsanız probiyotikler giderek azalıyor. Probiyotik mikroorganizmalar sizin bağırsaklarınızı adeta güvenlik görevlisi gibi çalışıyor. Alınmaması gerekeni kana vermiyorlar, alınması gerekeni veriyorlar. Eğer bu denge tersine dönerse kanımıza bazı istemediğiniz maddeler geçiyor. Alerjiler, bir takım ruhsal hastalıklar gibi benzer 50-60 tane hastalık var. Bunlar ortaya çıkmış oluyor. Günümüzün gençlerini düşünün; hep hazır gıdalarla besleniyorlar. Bu da probiyotik sayımızı azaltıyor ve ciddi sıkıntılara yol açıyor. Bir de psikobiyotikler var; 2005 yılından itibaren bazı psikiyatri uzmanları depresyon tedavisinde probiyotikleri kullanmaya başlamışlar. Bakmışlar ki probiyotik düzeyi az olan insanlarda depresyon ve kaygı bozuklukları var. Bu nedenle bazı psikiyatri uzmanları psikobiyotik derlerlermiş” şeklinde konuştu.