İnsan vücudunda trilyonlarca hücre var. Bu hücrelerin tam ortasında hücre çekirdeği dediğimiz bir yer ve buranın da içinde genetik yapımızın saklı olduğu bölümler var. Vücudumuzun kaderini belirleyen şifreler bunlarda saklı. Genetik yapımızın binlerce yıldır yaptığı görevler var. Bu görevler ile vücudumuz şekilleniyor, sindirimimiz oluyor, kalbimiz çalışıyor, nefes alıp veriyoruz, ürüyoruz ve daha pek çok faaliyeti yürütüyoruz. Bazı faktörler var ki, genetik yapımıza etki ederek (rafine gıdalar, genetiği bozulmuş gıdalar, toksik maddeler, hava ve toprak kirliliği, iyonize radyasyon, ağır metaller, stres gibi) fonksiyonlarını bozuyor ve hasta bir birey olmamıza sebep oluyor. Şeker hastası oluyoruz, bunuyoruz, kronik birer yorgun birey oluyoruz, kemiklerimiz eriyor, kanserleşiyoruz, ruhsal durumumuz değişiyor. Yani kendi ellerimiz ile hayatımızı kötüleştirme adına ne varsa yapıyoruz. Sonuçta o ilahi denge bedava oturduğumuz evini kirlettiğimiz için bizlerden aheste aheste intikamını alıyor ve cezalandırıyor.

Beslenme alışkanlıklarımıza bağlı olarak vücudumuzun fiziksel ve ruhsal yapısında ciddi değişiklikler oluşabilmektedir. Bu gerçek, yüz yıla yakın bir zamandır bilinmektedir. Örneğin Arizona'nın PİMA yerlileri 1900 lü yılların başlarına kadar doğal ortamlarında bulunan ve genetik yapılarına uygun gıdalar ile beslenmekte idiler. Meşe palamudu, tam tahıllar, kabak, balık, fasulye, barbunya ve diğer baklagiller, yeşillikler temel gıda maddelerini oluşturuyordu. Diyabet ve obezite hemen hiç birinde yoktu. ABD’nin çeşitli şehirlerine göç ettikten sonra gıdaları değişti. İşlenmiş ve katkılı gıdalar, un ve şeker ağırlıklı beslenmeye başladılar. Bugün dünyanın en obez 2. toplumu oldular. 40 lı yaşlara geldiklerinde hemen hepsi şeker hastası oldular. 45 yaşı aşanlar ise şanslı sayılmakta.

Yapılan son çalışmalar 8 saat açlıktan sonra ölçülen kan şekerinin 87 mg.ı aşması halinde kişinin diyabet riskinin bulunduğunu göstermektedir. Ancak gözden kaçan şudur: şekerden daha önce insülinin açlık miktarı kanımızda artmaktadır ve bu aşamada hastayı teşhis etmek önemlidir. Lancet adlı saygın tıp dergisinin 2009 yılındaki bir sayısında, erken safhada diyabetin tesbiti ile tamamen bu hastalık ortadan kaldırılabiliyor denilmektedir. Hatta ilerlemiş vakalarda bile çok ama çok dikkatli bir beslenme tarzı ve yaşam değişiklikleri ile harap olan pankreas (insülin salan organımızdır ve şeker hastalığında tahrip olabiliyor) kendini toparlayabilmekte ve bu MR incelemelerinde açık seçik görülebilmektedir.

Çok daha önemli bir durum var. ABD’de 700 yaşlı bireyin incelenmesi sonucu karın çevresi genişlemesi, beyin dokusunda azalma ile sonuçlanmaktadır deniliyor. Yani şişmanladıkça beynimiz küçülüyor. Beynimizin ön bölgesinin (frontal bölge) kanlanması azalıyor. Frontal bölge çok önemli işlevlere sahiptir. Dikkatimizin ve algılamamızın etkin olması, hatalardan ders çıkarabilme, problem çözme yeteneği, ileriye yönelik planlar kurabilme yeteneği, eleştiri ve empati yapma yeteneği hep bu bölgenin etkin çalışması ile gerçekleştirilir.

Genç yaşlarda unutkanlık, dalgınlık, algılamada güçlük yaşanması gibi hallerde mutlaka kişinin insülin ve kan şekerinin dikkatle takibi gerekmektedir. Bu basite alınacak veya hemen al şu ilaca başla denilecek durum değildir. Bu yeteneklerini kaybeden kişilerin toplumda ne duruma düşeceğini, yakınlarını, çevresini nasıl etkileyebileceğini bir düşünün.

Ülkemizde 7 den 70 e herkes biliyor ki obezite patlamış durumda. Elin oğlu da diyor ki göbek büyüdü mü frontal bölgen az kan alıyor. O halde sağınızda, solunuzda, yakınınızda bulunan kişilere dikkat edin. Fark edeceksiniz. Unutkanlığı olan, dikkat dağınıklığı olan, problem çözme pratikliği kaybolan, hatalardan dersler çıkartmayan, empati yeteneğini kaybetmiş bir sürü birey yok mu? Ben çok görüyorum. Sanıyorum ki bu yazımı dikkatli bir şekilde okuyanlar da bana katılacaklardır.

Elin oğlu birkaç sene önce karın yağının artması beynin ufalmasına yol açar dedi ve kanıtladı. Ama yıllar önce benim atalarım zaten söyledi; Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.