Kıymetli okurlarım. Dilimizde 4 adet tat duyusu vardır. Tatlı, acı, ekşi ve tuzlu. Eğer tatlı bir gıda alınır ise diğer duyular baskılanmaktadır. Beyin zamanla tat duyusuna karşı bağımlı hale gelmeye başlar. Adeta kokain bağımlılığı gibi, şeker bağımlılığı da bedene yerleşir. Vücut devamlı şekerli gıda ister. Bu yöntemi gıda sektörü çok iyi bilmektedir. Bu nedenle açık veya giydirilmiş bir şekilde pek çok gıda içerisine tat duyusunu ön plana çıkaran şekerler ilave edilmektedir.

Bir kere çocuğunuz lolipop yemeye başlarsa ona kereviz yedirmeyi başaramazsınız. Şekerle beslenme özellikle çocukluk çağında başlar ise etkileri çok daha kaçınılmaz oluyor ve bıraktırmanız çok güçleşiyor. Bir anne sınava giderken geç kalan çocuğuna al şu parayı köşeden bir açma, bir de meyve suyu al der ise bu çocuğun sınavda maksimum düzeyde başarılı olması çok zordur. Kısa bir süre sonra bu rafine unlu, şekerli gıda hemen emilecek, çabucak kandan hücrelere alınacak ve çocuğun şekeri düşerek performansı azalacaktır. Oysa sabah kahvaltısını iyi bir tereyağı, yumurta, süt ve süt ürünleri ile yapan çocuk daha geç acıkacak ve kanda şeker düşme olayını yaşamayacak, performansı daha da artacaktır. Dedeler, nineler, anne ve babalar çocuklarına şekerli gıdalar alırken ne yaptıklarını iyi düşünmelidirler. Bundan 30-40 yıl önce şişman ve göbekli çocukların sayısı çok azdı. Ancak günümüzde okul önlerinde bu tip çocukları çok sık görmekteyiz. Günde 1 şişe asitli, şekerli içecek alan çocuk sadece 1 yıl içerisinde kilolarca yağlanıyor. Bu yağ özellikle göbek bölgesinde depolanıyor.

Nobel Ödül’lü Fizyoloji profesörü Dr.Otto Warburg, 1931 Yılında kanser hücrelerinin en büyük gıdasının şeker olduğunu kanıtlamıştır. Kanser hücrelerinin çalışma gücü yani metabolizmaları diğer hücrelerden 8 kat fazladır. Kandaki şeker oranı düşük tutulur ise kanser terapileri % 50 daha başarılı olabilmektedir.

ŞEKERE BAĞIMLILIKTAN NASIL KURTULURSUNUZ?
Şekerin kanser, şişmanlık, pek çok kronik hastalık, diş yapısı bozuklukları, görme bozuklukları, karaciğer yağlanmaları, inatçı kabızlıklar başta olmak üzere pek çok sindirim sistemi rahatsızlıkları ve daha sayfalar dolusu yazılabilecek zararları vardır. Öncelikle şekeri hayatınızdan çıkaracağınıza inanın. Başlangıç olarak en az bir hafta küçük bir parça bile olsa şekerli hiçbir şey yemeyin. Bu, tat alma dokunuzu bir nebze olsun eski haline getirecek. Ama unutmayın bunu belirli bir dönem değil, ömür boyu devam ettireceksiniz. Hayatınızın geri kalanında şekeri bir ihtiyaç olarak değil, nadir tüketilen bir lüks haline getireceksiniz. Şekerden kurtulayım derken yapılan yanlışlıklardan biri de tatlandırıcılara yönelmektir. Kimyasal yapıları, dilde oluşturdukları tat duyusu ile insülin salgılatmaları bu maddelerin kullanımının sağlıklı olmadığını göstermektedir. Ahududu, böğürtlen, çilek, berry grubu meyveler, kabuğu ile birlikte yenilen elma, ham tüketilen ve üzerine bol kakao serpiştirilen muz, sabahları kahvaltıda tereyağı başta olmak üzere alacağınız kaliteli protein içeren gıdalar zamanla tatlı isteğini azaltır. Tıbbi açıdan tatlı bağımlılığı ile mücadelede bizlere yardımcı olan bazı ilaçlar da vardır ve hekim kontrolünde gayet başarılı olarak uygulanabilir.

DOYMUYORMUSUNUZ? İyi çiğnemek ve yavaş yemek yemek salgılanan tükürük miktarını ayarlar, çene kaslarının çalışma süresini mükemmel seviyeye getirir, mideniz gıdaları kolay karıştırır, düzenler ve doyma sinyallerinin beyine gönderildiği bir süreç yaşanır. 2 adet kuvvetli çene kemiğimiz var. Elinizi alt çenenize koyun ve istediğiniz kadar bastırın yine de çenenizi açabilirsiniz. Bu kemiklere tutunmuş ve onları hareket ettiren güçlü çene kaslarımız var. 32 adet dişimiz var. Keser, ezer, parçalar, öğütür. Gıdaları harman eden, karıştıran bir dilimiz var. Pek çok küçük derecik var tükürük bezlerimizden ağzımızın içine su taşıyan. Şöyle bir düşündüğünüzde mükemmel dizayn edilmiş bir fabrikadır aslında ağız yapımız. Bu silsile beyindeki doyma merkezinde bir hareket başlatır. Ağız ve mide gibi mükemmel bir tasarım ve bunların çalışma şekli doğal doyma refleksini de bu yolla bizlere kazandırmış olur. Ama şu alışkanlıklarımız var ya, adeta sindirim sistemine isyan bayrağını açmış gibi bizleri yedirten alışkanlıklarımız. İşte bizi raydan çıkartan bu. Oburcasına yiyoruz, gıdayı önümüzden alacaklarmış gibi yiyoruz, sinirleniyoruz yiyoruz, gülüyoruz yiyoruz. Yemiyoruz adeta lokmayı alıp yutuyoruz. Bu da bizleri doyduğumuzu anlamaya fırsat vermeden patlarcasına yedirterek obez yapıyor.

Mutsuzluğu tatmadan hep mutlu olmak isteriz. Oysa nelerin bizi mutsuz ettiğini bilmeden, nelerle mutlu olacağımızı bilemeyiz (S.Freud).