Aldığımız gıdaların birkaç saat sonra vücudumuzdaki yolculuklarının bitiminde yani son duraklarında herhangi bir parçayı oluşturacağını unutmadan beslenmemiz esas olmalıdır. Bu parça gözünüze, kalbinize, üreme sistemi organlarınıza, beyninize ait bir bölümün parçaları olabilir. Buralara cipsleri, makarnaları, kekleri de gönderebilirsiniz, balık, yumurta, bakliyat ve kaliteli yağları da. Sonuçta ya bir baraka yaparsınız ki onda da oturabilirsiniz ya da korunaklı ve eksiksiz bir villâ, onda da oturabilirsiniz.

PROBİYOTİKLER

İlk kez 1912 Yılı’nda net olarak Dr. Metchnikoff tarafından tanımlanmışlardır (Nobel Ödülü ile değerlendirilmiştir). Türklerin Orta Asya’dan Anadolu ve Avrupa’ya göçleri sırasında keçi ve atlarını da yanlarında götürmeleri ve bunların sütlerinden kımız, kefir yaparak beslenmeleri onları beyin ve fizik gücü açısından çok kuvvetli hale getirmiştir. Bu da yabancı milletlerin çok dikkatini çekmiştir. Bağırsaklarımızın yüzeyi 300 metrekare kadar bir alan oluşturur. Bu alandan kanımıza kontrollü olarak besinlerin sindirilmiş şekilleri büyük bir kontrolden geçirilerek emilir. Bu kontrolde midemizin sonundan kalın bağırsağımızın sonuna kadar vücudumuz lehine yer alan mikroorganizmalar vardır ve bunlara probiyotikler adını veriyoruz. Probiyotikler bu kontrolü sağladığı gibi zararlı mikroorganizmalar ile de mücadele ederler. Vitamin yaparlar, sindirime yardımcı olurlar, bağışıklık sistemini güçlendirirler, toksinlerin kana geçişini engellerler, kanseri, yaşlanmayı ve depresyonu önleyici etkileri vardır. Bunlardan başka böbrek taşı oluşumunu ve idrar yolları enfeksiyonu gelişmesini önlerler. Bağırsaklarda oluşturdukları başlıca vitaminler şunlardır: K2, B1, B2, B3, B6, B12, folik asit ve pantotenik asit. Bu vitaminler genellikle depolanamadığı için sürekli olarak alınması gerekli vitaminlerdir. Probiyotik sayılarımızdaki azalma hem bunların yapımını hem de emilimlerinin gerçekleşmesini azaltacaktır. Günümüzde özellikle çocuk, genç ve doğurganlık çağındaki kadınlarımızın, kızlarımızın probiyotiklerinin eksikliğine bağlı olarak bu vitamin düzeylerinin az olduğunu kliniklerde de görmekteyiz.

Yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar eğer probiyotik dengesi bozulur, sayıları azalır ise o zaman bağırsaklardaki kontrol noktalarından vücuda geçen bazı yabancı maddelerin bir çok hastalığa zemin oluşturduğunu kanıtlamıştır. Bu dengenin bozulmasına disbiyozis denilir. Bu durumda yabancı olduğumuz mikroorganizmların sayısı ve dolayısı ile salgıladıkları toksinlerin miktarı da artar. Sindirim sistemimiz adeta kontrolsüz geçiş yapılan gümrük kapılarına benzer. Bu durumda oluşabilecek hastalılardan bazıları sedef hastalığı, romatoid artrit, Hashimoto hastalığı, astım, fibromiyalji, allerjiler, sinir sistemini tutan hastalıklar (şizofreni, multipl skleroz gibi), kronik bağırsak hastalıkları olabilir. Dışkıda özellikle kandida adı verilen mantarın artması probiyotik mikroorganizmaların sayısında azalma olduğunun ilk işaretlerinden biri olabilir. Normal şartlarda probiyotikler mantarların üremesi ve çoğalmasını sürekli bir baskı ile engellerler.

Turşu, peynirler, şarap, boza, kefir, tarhana, ev yapımı konserveler, sirke, salamura edilmiş besinler (zeytin gibi) ve doğal yoğurt çok iyi birer probiyotik kaynaklarıdır. Vücudumuzda probiyotik düzeyimizi azaltan başlıca sebepler ise şunlardır: Un ve şekerden zengin beslenmek, antibiyotik kullanmak, kızartılmış yağlar, sık kullanılan ağrı kesici ve romatizmal amaçlı kullanılan ilaçlar, oral kontraseptif (kadın doğum konulu bazı ilaçlar) preparatlar, sezaryen doğumlar, alkol, rafine edilmiş gıdalar, ağır metaller, çevresel toksinler ve bazı diş macunları. Antibiyotikler probiyotik sayılarını 1000 kat azaltıp trilyonlarca sayıdan milyarlı rakamlara indirebilir ve mantarların üremesini de 130 kata kadar arttırabilirler. Bu dengenin tekrar normale dönmesi birkaç ay alabilir.

PREBİYOTİKLER

Bağırsaklardaki bu probiyotiklerimizin beslenmesini sağlayarak sayılarının artmasına neden olan maddelere ise prebiyotikler diyoruz. Prebiyotiklerin de yeterli alınmaması ileride ciddi sıkıntılar doğurabilir. Baklagiller, soğan, sarımsak, tam tahıllar, lif oranı yüksek meyveler (Elma ve muz gibi) ve yeşil yapraklı sebzeler, keten tohumu iyi birer prebiyotik kaynaklarıdır.