İlk İnsan Diyeti Kitabı’nı yazan Arthur De Vany ileri yaşına rağmen 25 yıldır neden grip olmadığını bu kitabında ayrıntıları ile anlatmaktadır. Kaliforniya Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan ve aynı zamanda egzersiz ve davranış bilimleri konusunda uzman olan De Vany küçük oğlunun şeker hastası olması üzerine çalışmalarını doğal beslenme ve egzersiz üzerine yoğunlaştırmıştır.

İlk atalarımızın hiç bilmediği, hatta geleneksel yaşantısını günümüzde de sürdüren avcı-toplayıcı toplulukların büyük çoğunluğunun habersiz olduğu bir sürü kronik hastalık bizleri gelip buluyor. Bunlar medeniyet hastalıklarıdır. Obezite, şeker hastalığı, Alzheimer, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları ve daha pek çoğu bunlara örnektir diyor De Vany. Bu modern hastalıkların kökeni insan metabolizması ile ilgili problemlere ve iltihaplanmalara dayanmaktadır. Binlerce yıllık bedenimizdeki işletim sistemini modern hayatta bir şeyler bozuyor. Taş devrindeki çocuklar taşlardan kesici alet yapmayı ve bunlarla avcılığı öğrenirken şimdikiler patates kızartması yiyerek ve gazoz içerek bilgisayar karşısında oyunlarda vaktini harcıyor. Doğal olarak tabii ki arada bağışıklık sistemi başta olmak üzere pek çok fizyolojik işleyişte farklılıklar da olacak.

Neden 25 yıldır grip olmadığını açıklarken aslında uygulamadığımız ama çok da yabancı olmadığımız konulardan bahsediyor yazar. Aşağıda yazdıklarım son paragrafa kadar tamamen yazarın uyguladıklarıdır. Sağlıklı bir yaşam için sporun mutlaka gerekli olduğunu biliyoruz. Haftada toplam 1,5 saat spor yapmak sağlığı koruma adına yeterlidir. Yürüyüş, doğada gezme, çok zorlamadan ağırlık çalışma, basketbol, yüzme bunlardan bazıları. Hayvan sevmek ve beslemek de ruhsal açıdan rahatlatıcı bir olay. Spor ve aralıklı açlık dönemleri enerji birikimimizi boşaltmak için mutlaka yapılmalıdır. Aksi halde yaktığımızdan daha fazla yemek yeme içgüdümüze engel olamayız. Atalarımız bu yolla hayatta kalmayı başarmış ve bu genetik yapıyı aslında bizlere kadar aktarmışlardır. Birçok bilimsel çalışma bu özelliğin varlığını kanıtlamıştır. Yiyeceklerin bol olduğu zamanlarda genetik şifremizi taşıyan DNA denilen madde sürekli çoğalır. Oysa vücut kendini kıtlıkta zannettiğinde ise DNA tamir edilmeye başlar ki bu da genel sağlık durumumuzu iyileştirir ve ömrümüzü uzatır. Vücudunuzda kas ile yağ oranını bir dengede tutmak için gerekenleri yaptığınızda o vücut sizi yarı yolda bırakmaz. Kalori saymayı bırakın ve dışarıdan gelen glikozdan uzak durmaya bakın (karaciğer vücudumuzda diğer besin maddelerinden glikoz yapma yeteneğine sahiptir. Eskimoların sürekli balık yeseler dahi glikoz üretmeleri buna örnektir). İnsanların çoğunluğu kendini kontrol etme yeteneğinin aslında ne kadar ağır bir zihinsel faaliyet olduğunu bilmez. Bu zihinsel faaliyet de beyindeki glikoz düzeyini düşürür. Bu nedenle irade gücünüz azalır. Diyetlerin başarılı olamamasının altındaki ana neden budur.

İşin özü şudur: Binlerce yıldır belirli gıdalar ile yaşamaya ayarlı olan genlerimizi alışık oldukları beslenme tarzından ne kadar uzaklaştırırsak sağlığımız da o derece tehlikeye giriyor. İyi beslendiğine inanan beynimiz bizi daha kontrollü yedirir ve hareket etmekten haz alan bir birey olmamız kolaylaşır. Ancak kötü beslendiğinizde beyniniz size yemeye devam etmenizi emreder.

Beslenirken doğal yağları, vücutta yapılamayan ve ancak dışarıdan alınabilen aminoasitleri (hayvansal proteinler ile alınır), Omega-3 ü mutlaka alın. D vitaminine gereken önemi verin. Kontrollü 1 saatlik güneş ışığı hesaplamalara göre 40 bin ünite D vitamini sağlar. İyi bir uyku çok önemlidir. Yorgunluk ve seyahat sonrası çekilen uykusuzluklarda takviye olarak melatonin hormonu kullanılabilir. Ama uykusuz kalmamalıdır. Antioksidanları kullanmak çok önemlidir. Özellikle C, E ve B1, B2, B3, B5, B6 ve B12 vitaminleri ve glutatyon kaynaklarını kullanmayı ihmal etmemelisiniz.

Kıymetli okurlarım bu yazıdan çıkartılması gereken sonuç kısaca şudur: Endüstriyel ürünlerin bol olduğu, tembel olmamız için her türlü olanağın emrimize sunulduğu dünyamızda yine de gayret ederek atalarımızın beslenme sistemini ve kaslarımızı çalıştırmanın yolunu yaşantımıza uyarlamamız gereklidir. Bunun için Arhur De Vany sadece bir örnektir. 3 kuşak geriye, dedelerinize ve büyükannelerinize bakın, ak koyun, kara koyun belli olsun.