Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde 17 Ağustos 1999 tarihinde gerçekleşen ve on binlerce kişinin hayatını kaybettiği 7.4 büyüklüğündeki 17 Ağustos depremi, 21 yıl sonra belgesel oluyor. Kocaeli’de yaşayan ve kendisi de depremi yaşayan 33 yaşındaki yönetmen Soner Demirci, depremin unutulmaması ve bu felaketten ders çıkarılması amacıyla ‘Enkaz altında 17 Ağustos’ isimli bir belgesel çekmeye karar verdi. Bu konuda ekip arkadaşları Ahmet Kocaman ve İbrahim Şahin ile birlikte depremzedelere ulaşan yönetmen Demirci, onların enkaz altındaki hikayelerini dinledi. Bu acıları belgeseline taşıyan Demirci, çektiği belgeseli 17 Ağustos tarihine yetiştirmek ve o gün Kocaeli’de yaşayan vatandaşlarla paylaşabilmek için çalışıyor.

“Ben çekerken çok duygusal anlar yaşadım”

Kendisinin de 1999 yılında bu depremi yaşadığını belirten Soner Demirci, “1999’dan beri arzumuzdu, deprem üzerine herhangi bir sinema alanında, belgesel alanında bir şeyler yapmak. Bu seneye kısmet oldu. Sosyal medya platformunda Kocaelili vatandaşlarımızla görüştük. Destek vermek isteyenler, gönüllü olmak isteyenler oldu. Birleştik, çekimlerimize başladık. Yaklaşık 12 kişi var belgeselde. Bir de uzman anlatıcımız var, depremi teknik açıdan inceleyecek. Belgeseldeki hedefimizse şu; yaşanan acılardan bir ders çıkarmak. Çünkü İnsanların özeline giriyoruz, enkaz altında kalanlar var, arama kurtarma ekiplerinde çalışanlar var, yakınlarını kaybedenler var. Çok ciddi bir konu, kolay bir iş olmadı. Biz çekerken de çok zorlandık. Ben çekerken çok duygusal anlar yaşadım. İnşallah Allah’ın izniyle 17 Ağustos gecesinde depremin olduğu saatte bu belgeseli yayınlayacağız. Herhangi bir maddi beklentimiz yok. Kocaeli’ye bunu hediye edeceğiz” dedi.

“Yaşadığımızın rüya olduğunu düşündüm”

Çekilen belgeselde kamera karşısına geçerek, 17 yaşında yaşadığı felaketi anlatan 38 yaşındaki 6 çocuk annesi Asuman Can, enkazın altından çıktıktan sonra yaşadıkları şeyin bir rüya olduğunu düşündüğünü söyleyerek, “17 Ağustos depreminde 17 yaşındaydım. Kavaklı’da oturuyordum, iskelenin tam karşısındaydık. 7 katlı binanın 3. katında oturuyorduk biz. Deprem oldu, evimiz yıkıldı. Bütün bir mahalle su altında kaldı. Kötü şeyler yaşadık, baya acı. Ben yaşım biraz da küçük olduğu için depremin ne olduğunu da zaten daha önceden hiç bilmediğimden anlayamadım zaten. Çok büyük bir uğultu ve şiddetli sesler vardı. Bağırmalar çok fazla vardı. Sürekli böyle çığlıklar vardı. Bir zaman sonra sesler de kesildi. Ben her şey geçti zannettim ama hiçbir şey geçmemiş. 10 saat kadar kaldım enkazda. Allah’a şükür ailemden kimseyi kaybetmedim ama bizim binada yaşayanların çoğu öldü. Onlar kurtulamadı. Ben aslında herhalde çocukluğun verdiği bir şeydi, yaşadığımızın rüya olduğunu düşündüm. Yani enkazdan çıkıp da etrafıma baktığım zaman ‘Burası neresi?’ dedim. ‘Nereye geldik biz?’ dedim. ‘Allah’ım bu bir kabus, biz bu kabustan uyanacağız’ dedim. Ama kabus değilmiş, çok kötüydü” diye konuştu.

“Bir sokak ötemizden itibaren Gölcük’ün yok olduğunu fark ettik”

Depremde kendisinin evi çok fazla zarar görmeyince kolayca dışarıya çıktıklarını belgeselde dile getiren 40 yaşındaki Özgür Ersöz de binaların yıkıldığını görünce arama kurtarma çalışmalarına yardım ettiklerini kaydederek, “17 Ağustos felaketine Gölcük’te yakalandım bende. Evimde, yatağımda yakalandım. Deprem olmaya başladığı an biz de herkes gibi ne olduğunu bilmiyorduk. Bir an için aklımıza düşen senaryolar, ‘Savaş mı çıktı?’, ‘Fabrika mı patladı?’ diye düşündük. Deprem en son aklımıza geldi ama aslında haftalardır bizi uyarıyordu. Akşamları ufak ufak depremler oluyordu. Gece 3’te birden sarsıntı başladığı zaman bina çatırdamaları, yatağımızın tavanla birleşmesi gibi anı yaşayınca, korkmaya başladık. Deprem kısa bir süre sonra 1-2 saniyelik ara verdi. O zaman anladık deprem olduğunu. O anda bizim evimiz hasar aldı ama yıkılmadı, biz de evden çıkabildik. Daha sonrasında da gün aydınlanmasıyla birlikte bir sokak ötemizden itibaren Gölcük’ün yok olduğunu fark ettik. Gölcük’te artık enkazların olduğu, mahallelerin yok olmaya başladığı haberleri gelmeye başladı” şeklinde konuştu.

“Enkazın altında yardım etmeye çalışırken enkaz altında kalma riskiniz oluyor”

Enkaz haberleri gelmeye başlayınca ailelerinden ayrılıp, arkadaşlarına ve tanıdıklarını ulaşmaya çalıştıklarını söyleyen Ersöz, “Evlerine gittik, baktık, enkaz altında olanlar vardı ama yapacak fazla da bir şeyimiz yoktu bizim. Orada inşaattan kopan demirlerle, bulduğumuz tahta parçalarıyla kolonları, tuğlaları kırmaya çalıştık. İçeriden gelen seslere ulaşmaya çalıştık. Bazı enkazlarda insanların yarısı kolon altında yarısı sokağa doğru taşmış sizden yardım isteyen yüzler vardı. Onlara ulaşmaya çalışıyorsunuz, kurtarmaya çalışıyorsunuz. Gücünüz yettiği kadar onlara yardımcı olmaya çalışıyorsunuz ama çok fazla da netice vermiyordu, alet edevat yoktu. Biz hazırlıksız yakalandık depreme açıkçası. Bazen artçılar devam ediyordu enkazın içerisindeyken, siz korkuyorsunuz. Enkazın altında yardım etmeye çalışırken enkaz altında kalma riskiniz oluyor. Arkadaşımın kardeşi vardı, ufak bir çocuktu. Yatakta yakalanmış, muhtemelen öldüğünün farkında bile değildi o gün. Kolon direkt üzerine yıkılmıştı. O kolonu kaldırmak da zor, saatlerce uğraştık. En başta tanıdığım, bildiğim bir çocuk. Çocuklar uykuda, hiç bir şey anlamadan öldü. Onun o hali içler acısı, ailesinin verdiği feryat figan içler acısı. İnsanlar gerçekten o gün bir kıyameti yaşadı yani burada” ifadelerini kullandı.

“Aklımıza ilk gelen kıyamet oldu”

Bir anda binanın sarsılmaya başladığını ve o an kıyametin koptuğunu düşündüklerini vurgulayan Emrah Kibar ise, “‘Kıyamet mi kopuyor?’ dedim. Ya da ‘Ülkemiz bir savaşa mı girdi, bombalar mı düşüyor?’ dedim. Bir anlam veremedim. Çünkü daha önce böyle bir şey yaşamadım. Görmediğim, bilmediğim için de aklıma değişik değişik senaryolar gelmeye başladı. Bina o esnada çökmeye başlıyor. Ben ilk önce kız kardeşimin odası yakın olduğu için, tabii ortamda karanlık, elektrikler kesildi, kız kardeşime yönelmeye çalışıyorum sürünerek, emekleyerek gitmeye çalışıyorum ona bir şekilde. Kız kardeşimin odasına ulaştım, o da yatağının kenarına oturmuş beni bekliyor. ‘Emrah, annem’ dedi. ‘Sakın bir yere kımıldama, kapının kirişinin altında dur’ dedim ve anneme yöneldim. Annemde aynı şekilde yatağa oturmuş salavatlar çekiyor, kelime-i şehadet getiriyor. Aklımıza ilk gelen kıyamet oldu, kıyametin koptuğunu düşündük. Annemi aldım, kız kardeşimi aldım, emekleyerek, sürünerek kapının girişine geldik. Aşağıya gitmeye niyetlendim ama aşağıdan böyle yoğun bir uğultunun geldiğini gördüm. Deprem birkaç saniye değil, 3’ü beş geçe 48 saniye sürdü. ‘Sesimi duyan var mı?’, ‘Yaşayan var mı?’, ‘Sağ olan var mı?’, ‘Yaralı mısınız?’, ‘Bizi duyuyor musunuz?’ diye dışarıdan sesler gelmeye başladı. Aşağıdan sürünerek çıkanlara yardımcı oldum, onları yanımıza aldım. Emekleyerek, sürünerek ışığa doğru, seslere doğru yöneldim o patlak olan yerlerden, boşluk olan yerlerden. Dışarıya attık kendimizi o şekilde” ifadelerine yer verdi.