Mustafa Kemal Paşa başkanlığındaki TBMM, 3 Ağustos 1921'de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'yı bu görevden alır, yerine: Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşa'yı getirir. Atatürk tarafından büyük ve kanlı savaş anlamına gelen Melhame-i Kübra ifadesi ile anılan, Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, "Hatt-ı müdafaa yoktur; sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz." emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargâhlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı.

13 Eylül 1683 günü Viyana'da başlayan geri çekilmenin tam 238 sene sonra durdurulduğu ve müdafaadan saldırıya geçtiğimiz o savaş ne demekti? 22 Ağustos 1921 Sakarya'da savaş meclisi toplanır. O meclisin başında Fevzi Paşa

Vardır, düşman orduları ile ordumuz kıyas edildiği zaman durumumuz hiç de iç açıcı değildir.

Ya kazanacağımız ya da yok olacağımız bir savaştır. Fevzi Paşa kopacak olan kıyametin stratejisini anlatır.

Türkler 238 senedir geri çekilmeye yönelik bir taktik uygulamakta ve kaybetmektedir Düşmanda taktiğimizi böyle tahmin etmektedir.

Fevzi Paşa savaş stratejisini anlatınca Yakup Şevki Paşa'nın yüzü asılır.

"Bu strateji ile yok olacağız Paşam" der. Bu savaşı kazanırsak ne âla ama ya kaybedersek? İşte herkesin aklındaki soru budur. Çünkü belirlenen Hilal taktiğinde geri çekilmeye dair tek emare olmadığı gibi fırsatta olmayacaktır.

Ya düşman kuvvetleri yok edilecek ya da Türk ordusu yok olacak. Yakup Şevki Paşa tekrar sorar. "B planı nedir Paşam?" Fevzi Paşa "planımız şudur "Eğer yenilirsek, mağlup olursak geride küçük bir birlik bıraktım, onlar kadınlarımızı ve çocuklarımızı Amanos dağlarına, Ağrı dağının eteklerine, Toroslara geri çekecek, orada yüzyıl boyunca gerilla taktiği ile savaşacaklar. Kadınlarımız çocuk doğuracak. 4-5 nesil boyunca bu hedef doğrultusunda o dağların eteklerinde, savaşçı yetiştirecekler ve 100 yıl sonra tekrar geri dönüp saldıracaklar ve bu toprakları tekrar geri alacaklar."

Bu konuşma esnasında bütün komutanlar ağlamaktadır. Olay anlaşılmıştır! Bu bir varoluş savaşıdır! Bu yüzden düşmana karşı belirlenecek strateji, onların (düşmanın) beklemediği bir strateji olacaktır.

Ertesi gün Türk orduları büyük bir taarruz başlatır.

20 uçağı olan düşman kuvvetlerine karşı ordumuz 2 uçağı ile savaşmaktadır.

Türk savaş uçakları 2 tane olmasına rağmen adeta bir Kartal gibi 20 düşman uçağı içinde süzülmekte ve aşağıda taarruza geçen Türk askerlerini şevke getirmek için düşman uçaklarına zayiat vermekle kalmayıp alçak uçuşlar yaparak da askerlerimizi galeyana getirmektedir. Askerler savaşırken Amanosları, Ağrı dağını, Torosları düşünmektedir! Tam 22 gün sürdü savaş.

22. gün sonunda Fevzi Paşa'nın ÖLÜN! ÖLÜN!! ÖLÜN!!! Emri ile atıldı bütün askerler. Düşman kuvvetleri 100 kilometrelik savaş alanında adeta çil sürüsü gibi dağılmaya başladı.

Tam 238 yıl sonra, Viyana'dan beri ilk defa geri çekiliyordu düşman kuvvetleri.

Savaş sona erdiğinde komutanlar tekrar bir araya geldiler.

Yakup Şevki Paşa ağlıyordu yine.

Dayanamadı ve söz aldı. "Paşalarım" dedi. "Benim iki, üç, dört, beşinci ceddime kadar bütün dedelerim komutandır. Hepsi savaşlar yönetmişlerdir. Ben de bu gelenekten gelmekteyim. En başında bu plana soğuk bakma sebebim, bizim hiç bir zaman yok olmaya veya yok etmeye yönelik bir strateji geliştirmemiş olmamızdı.

Hep geri çekildik. Hep savunma yaptık. Şimdi B planının ya var olmak ya da yok olmak olduğunu duyunca kendimden ve askerlerimden emin oldum.

Ve anladım ki Allahın vadettiği zafer yine bizim direncimiz ve isteğimizle oluyormuş.

EVET..! Karşındaki güç ne olursa olsun; Yeter ki senin sarsılmaz imanın olsun

Nitekim Destan yazdığımız Çanakkale iman ve inanç zaferi idi.

“Îman edenlere yardım etmek bizim üzerimize haktır” (Rum Suresi ayet 47)

İngiliz General Hamilton şöyle demiştir: “Bizi Türklerin maddî gücü değil, manevî gücü yendi. Onların atacak barutu bile kalmamıştı, lâkin biz gökten inen güçleri müşahede ettik.” Çörçil ise, “bunca teknolojiye rağmen Türk’lere nasıl yenilirsiniz?” diye sıkıştırılınca şu cevabı vermiştir: “Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türk’lerle değil Tanrı’yla harp ettik ve yenildik” diyerek şahit oldukları manevi yardımları açıkça ifade etmişlerdir.

Allah Ebrehe’nin Fil ordusunu Ebabil kuşları ile yer ile yeksan etmedi mi?

Milletimizin Sakarya zaferi 30 Ağustos'la taçlandırılmıştır. Başkomutanlık Meydan Muharebesi ya da Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kütahya'ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922'de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen savaştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılır.

26 Ağustos 1922'de Afyonkarahisar Kocatepe'de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922'de Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesiyle sonuçlanmıştır.

Bu bölüm ancak bir kitapla anlatıla bilir. Bu nedenle sadece başlık olarak verilmiştir..

Fakat şu önemli bilgileri de paylaşalım;

Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen Mustafa Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere, "Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir" demiştir.

(Bu yazıyı hazırlarken bir kaç sene önce Bİ SİMİT mahlasıyla yazılan bir makaleden yararlandığımı belirtip teşekkürümü de buraya not edeyim)

Savaştan hemen sonra, Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ordulara şu ünlü emri vermiştir: "Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri..!"

Bu emir doğrultusunda üç koldan İzmir'e ilerleyen ordu;

1 Eylül'de Uşak'ı,

2 Eylül'de Eskişehir'i,

6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i,

7 Eylül'de Aydın'ı,

8 Eylül'de Manisa'yı geri aldı ve

9 Eylül'de İzmir'e girdi.

ZAFERİMİZ KUTLU OLSUN..!