Geçen haftaki yazımız sonrası arayan bazı okurlar “Topaç siyaset nedir” diye sordular. Aslında yazıda uzun uzadıya anlatıldı ama sanırım “”topaç” sözcüğüne takıldılar. TDK sözlüğünde topaç “Çevresine ip sarılıp birden bırakılarak veya kamçı ile vurularak döndürülen koni biçiminde ucu sivri oyuncak” diye açıklanır. Bizde muhalefetin siyaset tarzını bu oyuncağa benzeterek açıkladık, sabahtan akşama dön baba dön diye nitelenebilecek bu toprağın rengini taşımayan ecnebi kokulu bir siyasettir eleştirdiğimiz. Bu siyasetin tehlikesi kamçı etkisiyle olmalı; gayri milli tezlerle paralellik göstermesidir. Nasıl mı sorusuna en taze cevap CHP dış politikasını yönlendiren Ünal Çeviköz’ün . "Mavi Vatan diye bu 200 mile kadar uzanan alanı da kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz o zaman saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız" zırvalamasıdır.

Topaç siyasetin iskeletini yalan ve tutarsızlıklar oluşturur. İlkesiz ve zikzaklarla dolu bir siyasettir. Günü kurtarmak için söylenen ucuz yalanlarla sıkça karşılaşırsınız.

Bir örnek verelim: Kılıçdaroğlu Sosyal Sigortalar Kurumunda Genel Müdürlük yaptı. 1998 yılında gazetelere verdiği röportajda emeklilik yaşı için "60 yaş şart, 80 bile kurtarmaz" diyor. 1999 yılında, dönemin Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan tepkileri göze alarak erken emeklilik konusunda cesur bir adım attı ve yasayı çıkarttı. Bu gün Emeklilikte Yaşa takılanların değiştirilmesini istedikleri yasa bu yasadır. O gün 80 yaş bile yetmez diyen Kılıçdaroğlu bu gün oy uğruna EYT sorununu çözeceğim diye resmen yalan söylüyor. Eğer doğru söylüyorsa SGK görevindeyken verdiği röportajda yalan söylemiştir. Ne demişler “Yalan söyleyenin hafızası güçlü olmalı” olmazsa; ortaya komedi çıkar. Kılıçdaroğlu, grup toplantısında Yaşar Okuyan ’a rozet takarken " Aramızda Sayın Yaşar Okuyan var. SGK konusunda en güzel çalışmaları yapan sayın bakandır. Hakkını teslim edelim." Diyerek alkışlattırıyor…

Yaşar Okuyan ise "38 yaşında emekli mi olur be? 43 yaşında emekli mi olur? Evet, Yaşar Okuyan getirdi kardeşim. Şerefle, onurla savunuyorum. Doğru bir iş yaptım." Diyor.

Şimdi EYT için Erdoğan’a yüklen, sonra dön; EYT’liler sizin sorunuzu çözeceğim de, sonrada yasayı çıkaran bakanı alkışlat. Bizim eleştirdiğimiz bu omurgasız siyaset tarzıdır. “sarhoştum aydım, ben bu işten caydım” hali ülkeyi batıran popülist siyasettir ki sonu felaketidir. Oy almak için her yol serbest mantığı ahlaki olamaz.

Muhalefetin sıklıkla başvurduğu devlet kurumlarını kusurlu gösterme gayreti sadece iktidara değil devlete de güveni zora sokar. Bir Akşener örneği verelim. İddia: İstanbul valiliği vatandaşı alaya almış. İstanbul Gıda Toptancıları Tüccarları Derneği Başkanı Mustafa Karlı ve beraberindeki heyette yer alan Hayati Arı, İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’yı ziyaret etmişler. Valilik Makamında yapılan görüşmede Vali Ali Yerlikaya güya “Çengiler gibi kravat takmış gelmişsin.” Demiş. Meral hanım bu yalanı kullanınca; Valilik açıklama yapıyor. Böyle bir ifade kesinlikle kullanılmamıştır ve iddialar gerçeği yansıtmamaktadır. Valilik Makamını 800 esnaf adına ziyaret ettiğini iddia eden Hayati Arı’nın, dernek üyeliği ve esnaf kaydı olmadığı gibi, kuru gıda hali esnaflarımızı temsil etme yetki ve sorumluluğu da yoktur. Bir siyasinin düşeceği en acınası haller bunlar. Sormak lazım “kardeşim seni kim bu kadar sıklıkla yanlış konuşturuyor” argo deyimiyle “kim kekliyor” Esnaf ziyaretinde sahte esnaf karşında konuşur yakalanırsınız. Yolda sahte çiftçi numaraları yaparsınız sonra adam çıkar itiraf eder. Nedir bu halin? Bu çukurdan çıkışın yolu bu yanlışları yaptıranları paylayıp kamuoyundan “özür” dilemektir ama hak getire.

Muhalefetin iktidar olma isteğindeki aşırılık bana Bursa kestaneliği hikayesini hatırlatır. Adam padişaha “asanızı havaya atsanız yere düşene kadar ben padişah olsam” der. Padişah kabul eder. Asa havada iken adam “Bursa kestaneliğini vakfettim” der. Bu istek bir şey kapma isteğidir ve çok tehlikelidir. İstanbul’da dedikodu boyutunda olsa da inanılan bir iddia var. Üç partinin CHP, İP ve HDP arasında belediye imkanlarından yararlanma paylaşımı olduğudur.

CHP’li Belediye başkanları yolsuzluk nedeniyle görevden uzaklaştırılıyor. Yalova Belediye başkanı ve çok sayıda ilçe başkanı görevden alındı. Ankara’da eski CHP Milletvekili Sinan Aygün ’den 25 milyon istendi iddiasını unutmadık.

hafıza turu atalım mı? Erdoğan İstanbul Belediyesini CHP’li Nurettin Sözen’den devir almıştı. İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel rüşvetten yargılandı ve senelerce hapis yattı. Kocaeli de Sefa Sirmen hapis cezası aldı. Antalya’nın eski belediye başkanı CHP’li Mustafa Akaydın, belediyeye ait iç denetim, imar ve bütçe ile ilgili evrakları yaktırırken suçüstü olmuştu. Çankaya eski Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, CHP’li meclis üyelerinin kendisinden tehditle rüşvet aldığını itiraf etmiş, ‘yamyam’ dediği partilileri, “Bugün ne götürürüm” derdi içinde olmakla suçlamıştı. Ses kaydı TV kanallarında yayınlanmıştı. Örnekler çok yazı boyutunu aşar. Bunların eline yetki geçince olanları görün, olacakları tahmin edin diye birkaç örnek verdim.

Bütün bunların hepsini bir kenara bırakıp asıl şu soruya cevap arayalım. HDP ile işbirliği olmadan CHP ve İP hiçbir başarı gösteremez. İttifakı açıklayamazlar, Açıklanırsa; Akşener’in İP’i kopmalı. Kopmazsa zaten biter. Bana öyle geliyor ki; Alavere dalavere HDP nöbete deyip yine gizli nikah / ittifak yapacaklar.