Düşünebiliyor musunuz? Aldığınız gıdaların içinde bulunan özler birkaç saat içinde ya gözünüzün bir kısmını, ya kalp kapağınızın yıpranan çevre dokusunu, ya beyninizin düşünme ile ilgili hücrelerinin duvarında bulunan omega-3 yağ asidini tamamlayacak. Daha net olanını söyleyeyim. Hemen herkes evine yumurta alırken gezen tavuk yumurtası almak ister. Çünkü o tavuk genetik yapısının gereği doğal beslenmiş, toprağı eşelemiş, güneş görmüştür. Bu nedenle de yumurtası kaliteli molekülleri içerir ve bu yumurtayı yiyen insana da yarar sağlar. Peki bizi doğuran annelerimiz, eşlerimiz yani kadınlarımız da fizyolojik olarak ayda bir yumurta yapmaktadırlar. Bu yumurtaların özlerinin pizzalardan, beyaz unlardan, patates kızartmalarından geldiğini düşünebiliyor musunuz? Ya da Afrika’ya ava gittiniz. Şeker hastası, karaciğeri yağlı ve tansiyon ilaçları kullanan birisiniz. Sizi hep doğal beslenmiş bir arslan yediğinde arslan için kötü bir gıdasınız, kan yağlarını arttırır ve onu da kilo aldırırsınız.

Yapılan pek çok araştırma ve gözlemler hastalıkların % 20 den daha az bir kısmının genetik, kalan büyük kısmın ise çevresel faktörler tarafından meydana getirildiğini göstermektedir. 2000 yılının son 10 senesinde dünyada şeker hastalığı 7 kat artmıştır. Oysa biz şeker hastalığının genetik olduğunu bilmekteydik. Uzak doğulu taksi şoförlerinde prostat kanseri çok az görülmesine rağmen bunlardan ABD’ye göç edenlerde kanser oranı belirgin oranda artmaktadır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuçta beslenme şeklinin hastalıkların oluşmasında genetik geçişten çok daha etkin olduğu aşikardır.

İçerisinde selenyumdan omega-3 e, magnezyumdan D vitaminine kadar bir çok molekülü barındıran ilaçlara dünya kadar para veriyoruz. Günde 2 doğal yumurtayı kayısı kıvamında pişirip yemek veya hafif yağda kızartmak daha ucuza gelmekte ama bilmiyoruz. Haftada 3 gün kızartmadan (buğulama, fırın, ızgara) somon, sardalye, hamsi, istavrit, uskumru gibi balıkları yediğinizde yeterli omega-3 ü alıyorsunuz. Günde 25 gram lif aldığınızda kalın bağırsak kanserlerinden büyük oranda korunuyorsunuz. Aynı zamanda şeker ve yüksek tansiyon gibi hastalıklara yakalanma riskiniz de azalıyor. Tam buğday veya yulaf kepekli ekmek, kabuğu ile abartmadan meyve, mercimek, fasulye nohut gibi bakliyatlar ve bol yeşil yapraklıları (kuzu kulağı, maydanoz, marul, dere otu, tere, roka gibi) diyetinize soktuğunuzda gerekli lif miktarını almış olursunuz.

Baktığım binlerce hastada D vitamini, B 12 vitamini ve omaga-3 düzeylerini genellikle eksik görmekteyim. Bu kişilerin istisnasız beslenmeleri trans yağlar, fast-food gıdalar, sabah işe yetişeyim diye aldıkları birkaç poğaça ve benzerleri ile faydalı olduğunu sandıkları kutular içindeki içeceklerden oluşuyor. Oysa az önce saydığım bu vitamin ve moleküller eksik olduğunda depresyondan tutun da enfeksiyon hastalıklarına kadar bir çok hastalığın pençesine düşüyoruz. İşin garibi bunların eksikliği bizi daha çok yediriyor. Çünkü beynimiz bu maddeleri bulma telaşı ile bizi yemeye zorluyor.

Kıymetli okurlar. Farklı pencerelerden dünyaya bakabilirsiniz. Ancak beslenme konusunda bakacağınız pencere tektir. Diğer pencereleri açtığınızda tozu da, kiri de, pis havayı da ciğerlerinize doldurursunuz.