Yazar Mustafa Çalık “dil yarası” konusunda “Keşke Türkiye’de bütün camileri, bütün medreseleri yakıp, yıksaydılar da, Dil’e dokunmasaydılar, dil inkilabı yapmasaydılar Fransız devrimi her şeye dokundu, her şeyi yerle bir etti, fakat Academie Française’e dokunmadı. Camileri, medreseleri yeniden yapardık amma, dil inkılâbının /devriminin açtığı büyük yarayı kapatma imkânımız yok” Bugün gençlerimize dilin tadını, dilin, yazının damaklara bıraktığı lezzeti veremiyorsak, okumayı sevemiyorsak bunun sebebi dil devrimidir.

Cemil Meriç :” Dünyada iki büyük devrim yapıldı, biri 1789 Fransız Devrimi, diğeri 1917 Rus Devrimi. İkisi de bütün kurumları yerle bir etti, taş üstünde taş bırakmadılar amma, dile dokunmadılar, bizde evvelâ dili yani, hafızayı yıktılar, nesiller arasında ki irtibatı kopardılar, bu büyük bir felakettir.

Dilimiz kelime olarak fakirleşirken yabancı ve TDK tarafından üretilen (uydurulan) kelimelerle deyim yerindeyse bu günden yarına kuşaklar birbirine yabancılaştı. Tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu “İnsan ne kadar çok kelime bilirse, içinden geçenleri o kadar rahat ifade edebilir. Bu durumda da insanların kavga etmesine gerek kalmaz. Kavga, içinden geçenleri ifadeden âciz insanların harcıdır! Çünkü kelimelerle muhatabını dövemeyen, yumruklarıyla döver” tespitinin yapıyor.

Çok doğru bulduğum bir tespittir. Çünkü biz üç yüz bilemedin beş yüz kelime ile konuşuyoruz. Bu kadar kelime fukaralığı ile ne doyasıya şiir yazılır ne de edebi eserler üretilebilir. Ancak ve ancak kavga edilir. Karşılıklı iki cümle kurulsa, üçüncüde sepette kelime kalmadığı için ses yükselir, hakaret ve küfürleşme başlar.

Türkçeleşen bir kelime Türkçe kabul edilir. Halkın çoğunluğu tarafından benimsenen kelimeler üzerinde cerrahi müdahaleler yapamazsınız. Arapça veya Farsça diyerek kelime atmaya kalkarsanız, kullanabileceğiniz kelime kalmaz. Televizyon, Radyo, Tren gibi dile yerleşen Latin kökenli kelimeleri de değiştirmeye kalkmak yanlış olduğu gibi mizahi sonuçlar da doğurur.

TDK tarafından üretilen bazı kelimeler benimsenmiş ama bazı kelimeler ise güldürmüştür. Mesela: Sayıştay ve Danıştay kelimeleri kabul görmüş, TBMM yerine üretilen Kamutay kelimesine yüz verilmemiştir. Keza Grip için, Paçavra Hastalığı, Terörist için Yıldırıcı gibi çok sayıda kelime günlük kullanımda yer bulamamıştır. Bazı güldüren kelimelerin tarafından üretildiğine de inanılmamış olmasına rağmen kamuoyunda bir hayli zaman tartışıldığı da bir gerçektir. Mesela: Hostes için “gök konuksal avrat” otobüs için “oturgaçlı götürgeç” İstiklal marşı için “ulusal düttürü”

Goethe “Dil kendi içine almadığı kelimelerle değil, kendine mal ettiği kelimelerle canlanır” sözüyle dil’in zenginleşmesini anlatır.

Ziya Gökalp’in şu mısraları, Öz Türkçe diyerek dilden kelime budayanlara seslenir.
Uydurma söz yapmayız, Yapma yoluna sapmayız, Türkçeleşmiş Türkçedir, Eski köke tapmayız.

Dildeki değişim, tabii olarak harf devrimi ile başlamıştır. Latin alfabesine geçiş Osmanlı döneminde de tartışılmış Namık Kemal “Latince harfler dilimizi karşılayacak sayıda değildir” diyerek şiddetle Latin alfabesine karşı çıkmıştır.

İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee “harf devrimi ile kütüphanelerdeki hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir işe yaramayacaktı” der.

Latin alfabesinin kabulüne evet ama eskisinin yasaklanması bin yıllık bir birikime ulaşmayı engellemiştir. Ayrıca geçişler çok sert ve köşeli olmuştur. Özetle değişim alelacele ve zorlama biçimde yapılmaya çalışılmış. Bunun sonucu olarak da yeterli kaliteye ulaşılamadığı en azından tartışmanın devam ettiği bir gerçektir.