Cumhuriyet ilan edildikten sonra,  2 Ocak 1924 tarihinde çıkartılan 394 sayılı kanunla CUMA günü hafta tatili, Peygamber Efendimizin doğum yıl dönümleri de bayram kabul edilmişti.

Ta ki 27 Mayıs 1935 tarihine kadar. Bu tarihte “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” çıkartıldı. Bu kanuna göre Cuma günü resmi tatil olmaktan çıkartılıyor, Pazar günü resmi tatil kabul ediliyordu. Ayrıca Peygamber Efendimizin de doğum günü tatil olmaktan çıkartılmış oluyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Netanyahu günümüzün Hitler'i, Gazze kasabıdır Cumhurbaşkanı Erdoğan: Netanyahu günümüzün Hitler'i, Gazze kasabıdır

Bu süreçte İstiklal Mahkemeleri eliyle muhalif sesler susturulmuş, susmayanların sesi darağacında tamamen kısılmıştır. Devlet yapısındaki dini motifler de  “lâ dini/dindışı” bir formatla yukarıdaki gibi değiştirilmiştir.

Biz bunları yaptığımız tarihlerde dünyada neler oluyordu?

Almanlar 1931 yılında Porsche marka otomobili ürettiler.

Japonlar 1933 yılında en köklü otomobil markalarından Nissan’ı kurdular.

Jaguar 1935 yılında İngiltere’de otomobil üretmeye başlamıştı.

5 Eylül 1795 tarihinde imzalanan antlaşma ile Akdeniz’de ticaret yapabilmek için Osmanlı’ya 29 yıl boyunca haraç ödeyen ABD’nin USS Saratoga ve USS Lexington adlı uçak gemileri de 1927’de hizmete başlıyordu. (ABD tarihinde sadece Osmanlı’ya vergi ödemiştir.)

Niçin otomobil, uçak gemisi ve Osmanlı’dan söz ettim? Cumhuriyeti kuralı 100 yıl oldu. Yerli arabamız yerli amfibi hücum gemimiz yok.  Bu sahada Togg ve TCG Anadolu gemisi ile bismillah dedik. İftihar etmeyen, haset eden bir kesim var ki “Dudak büken bükene”Sorsan Atatürkçüyüz derler. Atatürk “istikbal göklerdedir” der. İha yaparsın, Siha yaparsın, İnsansız uçak Anka-3 ve Kızılelma’yı üretirsin yine benzer bedhahlık. Muhsin Yazıcıoğlu’nun ifadesiyle  “sen belâ mısın?”

Bu topraklarda Malazgirt zaferi ile hüküm sürmeye başladık. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti ile bu üçüncü devletimiz. Haraç aldığımız ülkelere el açmaktan kurtulmazsak bu coğrafyada bizi yaşatmazlar.

Aşağıdaki haberi yazayım da belki yüzü kızaran olur.

Yıl 1981. Anıtkabir bayrak direğinin ipi ABD’den gelecekmiş. Haberi duyan iş adamı Güner Coşkun harekete geçerek “içinde 4 Mt. Çelik tel bulunan ipi üretmeyi başarıp yöneticilere teslim etmiş” Bu iş adamına Atatürk’ün 100. Doğum yılı Plâketi verilmiştir. Hürriyet gazetesi 15 Ocak 1981 tarihli haberi “Anıtkabirin bayrak direğinin ipini artık biz yapıyoruz” Bu ne demektir? Bu gün savunma sanayisinde yerlilik oranı yüzde 80’leri geçmiş bir Türkiye’den bakınca; “bayrak direği ipi” çok komik gelebilir amma iş insanı Güner Coşkun’un bayrak direği ipini Amerika’dan almak kanına dokunmuş ki; Harekete geçmiş. O ipi üretmiş.

Keşke iş dünyamızın anlı şanlı patronlarının kanlarına dokunsa da batının acenteliğini yapacağına; savunma sanayisine yatırım yapsalar, devletimizde destek olsaydı da bugün ki seviyemizin fersah fersah üzerinde olsaydık. “Şu tek gerçektir: Bu ülke kanına dokunanları var oldukça ilerler”

El âlem sanayide hamle üzerine hamle yaparken, biz de kendi kimliğimizden, ezik bir şekilde kaçmaya çalışıyorduk. Karabekir'in anlattığı bir olay var "Mecliste Mahmut Esat Bay (Bozkurt) İslam terakkiye (ilerlemeye) manidir. Bu dinle yürünmez mahvoluruz ve bize kimse de ehemmiyeti vermez" diyordu. (Bu kişi 1924-1930 arası adalet bakanlığı yapmış, Cumhuriyet dönemi hukuk sistemimiz bu kafanın eseridir. Bugün ki Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı önceki dönem CHP Milletvekili M. Hüsnü Bozkurt’un da dedesidir)

Tek parti dönemi yanlışlarına, resmi tarihin mümin ve muhafızları örtbaslarla dolu uydurma bahaneler bulurlar. Meselâ “İskilipli Atıf hocanın şapka kanundan bir sene önce yazdığı kitap yüzünden idam edilişine”, kimse şapka takmadığı için idam edilmedi, halkın dini duygularını galeyana getirmek vs gerekçesiyle idam edildi derler ki bunu bu milletin külahına anlatsınlar. Herkes biliyor ki; darağacında meşhur isimler olursa (filanca kişiyi bile idam ettiler) korkusuyla “herkes susar” şeytanlığı yapanların işledikleri hukuksuzluklardır.

İstiklal Mahkemeleri zabıtlarını ilk gören kişilerden olan Prof. Dr. Ergün Aybars’tır.

Bu zatın adeta bir devrim muhafızı edasıyla verdiği bilgiye göre, Güya: İstiklal Mahkemeleri’nde 55 bin kişi yargılandı, sadece 1352 kişi idam edildi, yaklaşık 40 bin kişi hakkında ise dayak cezası verildi. Toplam 17 İstiklal Mahkemesi kuruldu. Ankara hariç diğer İstiklal Mahkemeleri 17 Şubat 1921’de kaldırıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 31 Temmuz 1922’ye kadar görev yaptı. Burada verilen rakamlar yumuşatıcı ile defalarca yumuşatılmış aslından uzak rakamlardır.

Mesela: Cellât Kara Ali, son posta gazetesinde yayınlanan hatıralarında şöyle diyordu:

Bizim patronlar yalan söylüyor, o kadar cellâdın içinde cellât Kara Ali olarak sadece benim sallandırdığım kişi sayısı 5.216’dır.”     

Bir Konya olayı var ki; Prof Osman Can’ın dediği boyutta “adı mahkeme olan birer terör aygıtı istiklal mahkemeleri”  hilafetin kaldırılacağı konuşulurken Konya'da bir yürüyüş gerçekleşir Halk hilafetin kaldırılması ihtimaline tepkilidir. Asli görevi asker kaçaklarıyla mücadele olan İstiklal Mahkemeleri o gün devreye giriyor, O dönem olan bitenler TBMM arşivinin 242 numaralı dosyasına işlenmiştir. Meclis'ten oy çokluğuyla çıkan karar korkunçtur. Kararda Konya'nın tümüne irticacı deniyor. Hatta bütün Konya'nın tutuklanması emrediliyordu... (TBMM arşivi Dosya No: 242 Karar No: 276)                                                             

Yeni kurulan İstiklal Mahkemesi, bu emir üzerine harekete geçer. 3 üyeli gezici mahkeme Konya'ya gider ve 3 gün içinde "Konya’da 2 bin 300 kişi tutuklanmış, 05 kişi 3 gün içinde idam edilmiştir. Bin 495 kişi de kürek, kala, bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardır." (TBMM arşivi No:5 Zarf 48)

İstiklâl Mahkemeleri'nin en temel özelliği ise yargılananların itiraz yani temyiz hakkının bulunmamasıdır. Mahkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün içerisinde tutuklanır, yargılanır, cezalarını alır ve idam edilirdi.

Demirel’in anlattığı Karakuşi kadı efendi fıkrası ile bitirelim

Kadı fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş. Güveç içinde nar gibi kızarmış, nefis bir ördek var. Kadı, fırıncıya "Ben bunu aldım" demiş.
Karakuşi Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: "Hani bizim ördek?"
Fırıncı ördek "Uçtu" deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, kazara araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Bir duvardan atlarken, bilmeden öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp tezgâhını devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
Sonunda zaptiyeler hepsini yakalayarak kadı efendinin karşısına çıkarmışlar.
Ördeğin sahibi, "kadı efendi bu fırıncı ördeğimi iç etti" demiş.

Kadı, fırıncıyı kurtaracak ama usulen sormuş: "Ne yaptın bu adamın ördeğini?"
Fırıncı "Uçtu" demiş. Kadı, kara kaplı defterini açmış: "Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar ’Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil" diyerek fırıncıya beraat vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş... Onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: "Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla..." Davacı "eee! Ne olacak?" diye sorunca; Kadı, "Şimdi fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız." Tabii gayrimüslim şikâyetinden vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da kadı, "Tamam" demiş, "Karını boşa fırıncı ile nikâhlayalım, senin düşen çocuğunu yapsınlar. Sonra boşanır seninle tekrar evlenir" Tabi ki kabul edilmemiş, Fırıncı bu davadan da kurtulmuş.

Kadı tezgâhı devrilip malları dökülen Yahudi’ye dönmüş: "Senin şikâyetin ne?"
Yahudi ellerini açmış, "Ne diyeyim kadı efendi" "Adaletinle bin yaşa sen e mi?"

İstiklal Mahkemeleri Karakuşi Kadıya rahmet okutmuştur. Prof Osman Can’ın ifadesiyle Türkiye’yi teröre boğmuş olan bu mahkemelerin yalnızca ismi “mahkemeydi”Önce idam edip sonra yargılama yapan mahkemeler.