Kıymetli okurlarım. Bilgisayar veya akıllı telefonlarınızda var olan işletim sistemi gibi vücudumuzun da bir işletim sistemi var. Farkı ise şudur: Her yıl bir bu cihazların pek çok üst modelleri çıkmasına, defalarca upgrade yapılmalarına  rağmen bizim vücutlarımızda yeni model yok ve 5 milyon yıldır aynı fizyolojik mekanizma işliyor. Üstelik daha bir çok bilinmeyen programlara da sahibiz ve tıp ancak bir kısmına ulaşabilmiş. Israrla bizim işletim sistemimize farklı programlar yüklemeye çalışıyoruz ve sonuçta işletim sistemimiz de kronik hastalık dediğimiz durumlar ile işleyişini bozuyor, çalışamaz duruma sokuyor. Yapmamız gereken tek şey ise uygun gıdalar ve hareket ile bu sistemimizin düzgün işlemesine izin vermek.
İlkel çağda insanlar av peşinde koşar, yakaladıklarında doyana kadar  yer, belirli oranda yağ depolar ve bu yağı aç kaldıklarında enerjileri için kullanırdı. Onlar açlıkta bile, yine av aramaya devam ederken de bu yağı kullanırlardı. O günden bu güne beynimiz yağ depolama işlemini ileride bu adam yemek bulamaz ise bu yağları yaksın ilkesi ile gerçekleştirmektedir. Ama günümüzde böyle değil. Bizler ise öğün araları diye bir mesafe olması gereğini unuttuk. Aralarda yine bir şeyler atıştırıyoruz. Neden?  Gerçekten acıkıyoruz da ondan mı, duygusal açlıktan mı? Oysa bilimsel çalışmalar gösteriyor ki normal bir şekilde 3 öğününü alan bireyler acıktıklarında bunu diğer öğününe kadar geçiştirdiklerinde, vücut enerji olarak yağlarını devreye sokuyor. Eğer besin değeri yüksek, bol lifli ve yeteri kadar protein içeriği olan gıdaları aldığınızda kolay kolay da öğün aralarında acıkmıyorsunuz. Alışmak ilk başlarda zor gelse de bir müddet sonra emin olun vücudunuz buna uyum sağlıyor.
Hareketi pek sevmiyoruz. Oysa kabul edin veya etmeyin, vücudunuzun kasları enerji harcamak üzere programlanmıştır. Enerjininizi yağ olarak depoladığınıza göre harcamak için kaslarınızı kullanmak zorundasınız. Bunun aksini sizlere söyleyen olursa fizik kurallarını hiçe sayıyor demektir. Günde 1 saatinizi oturarak geçirdiğinizi kabul edelim. Yılda 365 saatinizi  yani 15 gününüzü hareketsiz geçirmiş olursunuz. Bu, 2 saati bulursa 30 gün, 4 saat ise 60 gün boşa geçmiş demektir. Kaslarınız söner, etkinliği azalır. 50 yaşlarına geldiğinizde kalça ağrınız başlar ve doktorunuz protez takmadan olmaz der. Oysa haftada 4 gün 1 saatini kalça kaslarını kuvvetlendirecek harekete ayıranlar proteze ihtiyaç duymadan yollarını tamamlarlar. Bir de tabii ki protez takılmadan önce doktorunuz kilo vermeniz halinde ameliyat daha rahat geçer diyecektir size. Tekrar başa dönersiniz.
Kan şekeriniz yüksek. İlaç kullanıyorsunuz ve ilaç ile şeker miktarınız bir miktar aşağı düşüyor. Ama unutmayın bu düşmeyi bir ilaç yapıyor. Oysa işi vücudunuza havale edin. Kan şekerini ani arttıran gıdalardan uzak durun. Vücudunuzda biriken yağları enerji havuzuna sokmayı öğrenin. Bir müddet sonra bakmışsınız ki şekerden eser kalmamış. İnsülin direncine yol açmayan gıdalar bir otobandır. Diğerleri ise çamurlu, tümsekli, çukurlu bir tali yol. Yolculuğunuzu otobanda rahat gerçekleştirirsiniz.
Sürekli şişkinlik, hazımsızlık çekiyorsunuz. Karın bölgeniz devamlı şişkin. Bu kadar da yemedim ki der, anlam veremezsiniz. Midenizden ağzınıza ekşi sular gelir, göğsünüz yanar, olmadık zamanlarda dışkılama hissi doğar veya günlerce dışkılayamazsınız. Oysa probiyotikli, lifli, dolu kalorili gıdaları diyetine sokan insanlar bu sıkıntıları  kolay kolay yaşamazlar. Probiyotikli gıdalar da sizler için birer otobandır.
Garip gelebilir size. Ama ilaçla yaşama öyle bir alıştık ki onlarsız olmaz sanıyoruz. Oysa Batıdaki bilim insanları artık gıdalar ile hastalarını tedaviye başladılar. Lütfen ciddiye alın.
Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim (Savarin).