Camisinin müzeye indirilişi ile ilgili tek parti döneminde alınan bu kararın olumsuzlukları yazılı ve görsel iletişim araçlarında çok tartışıldı.Farklı bir açıdan bakarak bütün bunlar ne için yapıldı? Sorusuna o farklı yanıtı Yazar Teoman Alpaslan tarafından şöyle özetler Yeni devlet kurulurken İşgalin ortadan kalkması, bir an önce barışın sağlanması amacıyla, vakti gelince çözeriz hesabıyla iki konuda tavizler verilmiştir. Biri Osmanlı borçları, diğeri de boğazlar konusunda verilmiştir. Osmanlı Borçları Paris’te yapılan anlaşmayla (indirim olmazsa ödeme yapmayız notası sonucu) %90.8 azaltılmıştır. 20 Temmuz 1936 Montrö antlaşmasıyla da nöbetçi asker bile bulunduramadığımız boğazlar konusu düzeltildi. ’nın Rusya ve Yunanistan’ı boğazlar sorununda yanımıza almak için (ki bizi desteklediler) müze yapıldığı ileri sürülür. Montrö yürürlüğe girdikten sonra 'nın "Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi müştemil ’yı Kebir Camii Şerifi" tapusu, Atatürk’ün emriyle 19 Kasım 1936'da hazırlatılarak, gereği “vakti gelince yapılmak üzere” sonraki yönetimlere bırakıldı. Buradaki iddia Müze yapılışı siyasi bir manevra için olmasaydı, tapu Cami tapusu olarak çıkarılmazdı. (Araya Hatay meselesi girdiğinden, Atatürk’ün ömrü konusunda gereğini yapmaya “camiye çevirmeye” yetmemiştir) Bu iddiayı/görüşü destekleyen argümanları şöyle sıralamak mümkün. Müze ile ilgili bakanlar kurulu kararında Mustafa Kemal paşa henüz Atatürk soyadını almadan imza Atatürk diye atılmıştır (iddia imzanın sonradan atıldığı ve sahte olduğu) Kararın resmi gazetede yayınlanmadığı, Bakanlar kurulu karar numarasının kendinden sonra gelen karar numaralarından büyük oluşu gibi gariplikler var.

Ayasofya Camisi Osmanlı son nefesini verirken bile düşmana teslim edilmemiştir. İstanbul'un işgalinde Ayasofya ağır silahlı birliklerce kuşatılır. Amaç Cami'ye girip bir oldu bitti ile Ayasofya'yı kiliseye çevirmekti. Padişah Vahdettin'in talimatıyla daha erken davranılarak Muhafız Alayı'ndan bir tabur Ayasofya’ya konuşlandırılmıştı. Tabur komutanı Binbaşı Tevfik Bey, İşgal kuvvetleri tarafından ağır baskı altına alınan Savunma Bakanlığı’nın emirlerine rağmen mevzisini terk etmez. Fransız komutanın "Sen asker değil misin? Hükümetinizin talimatı var. Burayı boşaltıp bize teslim etmen gerekiyor " sözü üzerine; " Evet ben askerim ama her şeyden önce ben Türk’üm ve Müslümanım. Eğer zorla girmeye çalışırsanız ölünceye kadar çarpışırız Caminin sütunlarına yerleştirdiğim tahrip kalıplarıyla koca mabed çökecek ve yine buraya giremeyeceksiniz " demiş ve işgal kuvvetlerini çaresiz bırakmıştı.

Ayasofya sadece mabet değil yapılan ilavelerle bir Osmanlı külliyesidir. Kubbeyi destekleyen minareler, medrese, hamam, kütüphane, muvakkithane (saatlerin saklandığı bina) sebiller (Osmanlı çeşmeleri) Şadırvan, aşhane-imaret ve yeni neslin pek bilmediği türbeler. III. Mehmet, III. Murat, II. Selim, Sultan İbrahim ve I. Mustafa'nın türbeleri Ayasofya'da yer alıyor. 100'den fazla da hanedan mensubunun mezarı bulunuyor."

Ayasofya için haykıranlar sadece Nazım Hikmet ve Osman Yüksel’ mi? Necip Fazıl Kısakürek, Arif Nihat Asya, Sezai Karakoç, Peyami Safa, Nuri Pakdil, Necmettin Erbakan, Akif İnan, Cahit Zarifoğlu, yazmaya devam edersem bu liste çok uzar.. Son olarak 2018 yılında kaybettiğimiz bizim İnegöl doğumlu şair, eczacı ve ses sanatçısı Memduh Cumhur’u ve Ayasofya ile ilgili iki dörtlüğünü nakledelim

öyle mahzun, ulu kubbeler duasız seneler süren bu hasretle minareler ezansız. Bize zor gelen tecelli daha çok sürer mi Ya Rab? Göğe yükselen niyazlar gibi secdeler mekansız

Ebedîleşen fetih mucizesinde her nazarda Ezelî Muhammedî hikmeti âşikâr görürsün Dede’nin ferah-fezâsıyla kanatlanan cihânda Ayasofya’dan ezan sesleri yükselince hürsün

bizim için fethin sembolü ve bağımsızlığımızın (hürriyetimizin) nişanesidir. Açılmalıydı.Açtık !.. Son söz tevil götürmez. Ya Kardinal külahı Ya Osmanlı sarığı