24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması sonrası İsmet Paşa "Lisanımızdaki Arabî kelimeleri ihraç edeceğiz" der. Kurduğu bu cümlede geçen beş kelimeye bakarsak ne görüyoruz?
Lisan: Arapça, Arabî: Arapça, Kelime: Arapça, İhraç: Arapça, Etmek: Türkçe
Paşamızın ismi İsmet bile Arapça (Bu ne demektir? Yukarıda kurulan cümlenin yüzde seksenini atıyoruz demektir)

Selçuklu devamı altı asırlık Osmanlı kültür ve geleneğinin izlerini silmek için doğrusu tam bir reddi miras yapılmıştır. Dilimizdeki etkisini şöyle özetleyebiliriz. Yapılanlar sonucu dedesinin mezar taşını okuyamayan bir nesille karşı karşıyayız.

Gazeteci Murat Bardakçı görüşüdür: “Türkiye’de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılanları okuyamıyorsanız eğer, hiç ‘okur-yazarım’ diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare’i, Shelly’yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim’i, Fuzuli’yi anlamaz, Şeyh Galip’i utanmadan İngilizcesinden okurlar” Nihad Sami Banarlı’ nın tespitleri şöyledir: “…Arabî ve Fârisî kelimelerle bu dillere ait bazı kaideler, Türkçeye ve Türk halkının diline Osmanlı Devleti kurulmadan önceki asırlarda girmiştir… Osmanlıca değil, yalnız Osmanlı devleti dâhilinde değil, Osmanlı’lara hiçbir zaman tabi olmamış diğer Türk ülkelerinde de öteden beri aynı kelime ve kaidelerle kullanılmıştır”. (“Türkçenin sırları” eserinden)

1800’lerde Türkçe’de ve İngilizce’de yüzer bin kelime vardı. Meşhur Redhouse Lügatı’nı hazırlayan Sir James William Redhouse (1811-1892), “doksan bin Türkçe kelimeyi bulduğunu, kalan on bin kelimeyi de zaman içinde bulup yayınlayacağını” söylemişti, ama ömrü vefa etmemişti. Onun eksik bıraktıklarını Şemseddin Sami tamamladı (Ali Sami Yen’in babası İlk Türkçe sözlük Kamus-i Türki nin yazarıdır)

Aradan geçen zaman içinde İngilizce 120 bine çıkarken, Türkçe otuz bine geriledi. O “Arapça’ dan”, bu “Farsça’ dan” diye kelimeleri attık, Yerlerine: İngilizce, Lâtince, Fransızca, ve zorlamayla icat ettiğimiz kelimelerle doldurduk.

Kamus sözlük demek, söz bizde namustur. Düşünce insanı Cemil Meriç Kamus Namustur der. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa Bizde ise en başta kamus ayaklar altına alındı. Bu günkü gençlik Atatürk’ün gençliğe hitabesini orijinal halinden okuyup anlamaktan çok uzaktır.

Peyami Safa anlatmış: Bir ecnebi/yabancı, Vakit gazetesi başmuharririne/başyazar demişti ki, ‘Türkçe öğreniyorum. Diliniz kolay ve güzel. İlerletmek için Türk’lerle konuşmak istiyorum fakat kime bir şey sorsam bana hep Fransızca cevap veriyor’. Merhum Necip Fazıl uydurulan kelimelere kızardı. Çünkü gereğinden fazla bir zorlama vardı. Siyasiler bir kelimeyi kullanınca, bürokraside kendini mecbur hissederdi/ya da öyle olmak işlerine gelirdi. Bülent Ecevit 1970’li yıllarda olanak olasılık kelimelerini kullanmaya başlayınca; dönemin Diyanet işleri başkanı Dr. Lütfi Doğan (Daha sonra CHP’den Malatya milletvekili seçilmiştir) TV’de yaptığı dini sohbetlerinde “olanaksızdır, olasılığı yoktur kardeşlerim” gibi cümlelerine bizzat ben de şahit olmuştum. Bunlar Türkçe adına, Türk dili adına yapılıyor iddialarını Necip Fazıl

Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim,

Ya bunlar Türkçe değil yahut ben Türk değilim!

Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim,

Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim!” hem hicvediyor, hem de sitem ediyordu.

İşin garibi ve en üzücü olanı: yeni nesil bırakın atasının mezar taşını okumayı, yaşayan büyükleriyle anlaşmakta dil sorunu yaşıyor. Bilgisayar ve cep telefonları sayesinde icat edilen işaretlerle beynelmilel bir dil oluşuyor. Ayrıca yeni nesil, dili tamamen kuralsız kaba ve anlamsız kullanıyor. Oha oldum yani ne demektir?

Bütün bunların yanında Türkçe kelimeler bile İngilizce harflerle “saatçi” yerine “saatchi” gibi yazılıyor. Çocuklarımıza “yabancı” isimler veriliyor…

Kendi ülkemizde “yabancı” gibiyiz. Türk Milleti’nin bir kesiminin kendi dilinden, dininden, tarihinden, köklerinden, geleneklerinden, utanmasını anlamak mümkün değildir. Özentinin bu raddeye gelmesini çözmek çok güç.

(haftaya devam edelim)