1964 yapımı, Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü adlı bir sinema filmi vardır. Roma imparatorunu zehirlemek için imparatorun güvenini kazanmış kör bir yakın dostu kullanılmıştır. Eline verilen bıçağın bir yanı çentikli olup buraya zehir yapıştırılmış ve bıçağın bu yönünün kestiği elma imparatoru zehirlemiş, cinayet akla gelmesin diye elmanın diğer yanını yiyen kör kişi ise sağ kalmıştır.

Günümüzde gıda diyerek, bir şey olmaz diyerek aldığımız pek çok besin, görünümü güzel bu yarım elma gibi farkında olmadan, yavaş yavaş bizleri zehirlemektedir. Hekimlik eğitimi sırasında vücudumuzu A dan Z ye bize öğretirler. Hastalıklar, tanı ve tedavi yöntemleri yıllarımızı alır. Çok ilginçtir ki beslenme özelliklerimize bağlı olarak vücudumuzda oluşabilecek olumsuz durumlar pek konu edilmez eğitimimiz sırasında. Bu nedenle bu boşluğu fırsat bilen pek çok kişi magazin sayfalarında, televizyonlarda işin uzmanı olduğunu söyler ve kafaları iyice karıştırırlar. Çünkü halk değil, rant ön plandadır ve müşteri de hazırda beklemektedir.

Bundan birkaç sene önce ünlü bir ses sanatçımız diyet yaparken akşamları ızgara et yiyerek kilo verdiğini söylemişti. Bir kaç hekim arkadaşım da bunu ilginç bulmuş ve karşılıklı konuşmuştuk. Oysa fakültenin 2. Sınıf derslerinde bize öğretirler ki vücut 12 saat aç kaldığı zaman kendi proteinlerinden (özellikle kaslardan) yemeye başlar. Akşam alınan hayvansal protein bu nedenle kaslarımızı koruyor ve sabaha kadar vücudumuz enerji harcamak için de yağlarını kullanıyor.

Israrla belirtiyorum. Gıdalar ilacımız olabilmektedir. Sadece binlercesi arasından birkaç örnek yazayım. D vitamini eksikliği yaygındır ve tanı konulamayan pek çok hastalığın altında belki de bu eksiklik yatıyordur. Çocuğunuzun sık sık grip olması, algılama bozukluğu yaşaması, derslerinde geri kalmasının altında D vitamini eksikliği yatabilir. 6-7 yaşlarında kız çocukları adet görmekte. Altında yatan sebep hormon katkılı, genetiği değiştirilmiş gıdalar olabilir. Milyonlarca insan allerji ve bağırsak problemlerini birlikte yaşıyorlar. Belki de altında yatan sebep gluten dediğimiz buğday proteininin günlük yaşantımıza iyice girmesi sonucu oluşan allerjidir. 2015 verileri her 4 kişiden birinde bu allerjinin görülebileceğini ve bağırsakların yanında beynimizi de etkileyerek pek çok sinir sistemi rahatsızlıklarına yol açabildiğini belirtmekte. Sadece satın aldığımız şekerli içeceklerde değil başka bazı gıdalarda da 20-30 çay kaşığı kadar gizlendirilmiş şeker bulunabilmektedir. Bizleri obez, diyabetik, alerjik yapan o kadar çok şey girdi ki yaşantımıza, sayfalar yetmez…

Dünyanın kanunu budur ki, su gider çatlağını bulur. Çok yakın bir zamanda aldığımız gıdaların bizleri iyileştirebileceğini, pek çok kalp damar, beyin, kas ve iskelet sistemi, iç organ bozukluklarının kuralına uygun beslenerek tedavi edilebileceğini artık ehlinden, tıp doktorlarından öğrenmeye başlayacağız. Dünyanın pek çok ülkesinde bu başladı. Bizde de başlayıp çığ gibi büyüyecek. Ülkemin insanları kazanacak…

TOPRAK KADAR ÖMRÜMÜZ VAR

Yalancı, dolandırıcı, hileci, düzenci kimselere genellikle üçkağıtçı denilmektedir. Kökeni, 3 adet iskambil kağıdı ile saf vatandaşları oyuna katarak parasını alan kimselere verilen isimden gelmektedir. Günümüzde üçkağıtçılık çok yaygın hale gelmiştir. Telefonlar ile vatandaşları kandırarak, çeşitli maddeleri sağlıklı diye satarak, güven veren bir takım meslek gruplarını, belirli paralar karşılığında etik kuralların dışına çıkartarak ve daha pek çok yol ile üçkağıtçılıklar yapılmaktadır.

İnsan vücudu ile toprak arasında birebir benzerlikler vardır. Toprak canlıdır. 1 çay kaşığı kadar toprakta milyarlarca canlı organizma bulunur. Aynı miktar kanda da milyonlarca canlı hücre bulunur. Toprak mineralsiz, oksijensiz ve susuz olamaz. İnsan da öyle. Toprak sağlıklı ve hasta olabilir. İnsan da öyle. Toprak ekosistem ile çok hassas bir etkileşim içerisindedir. İnsan da öyle.

Biyodinamik tarım ve bahçecilik kitabının yazarı Dr. E. Pfeiffer bugünün toprağını, üretebileceğinden daha fazla iş yüklenmiş bir makineye benzetiyor. Toprağın yoğun kimyasal baskıya, doğal olmayan yollar ile geliştirilmeye çalışılmasına daha fazla dayanamayacağını belirten uzmana göre sonuç iyiye gitmiyor. İnsanlarda öyle değil mi? Fiziksel, duygusal ve zihinsel zehirleyenlerimize karşı verimimiz ve sağlığımız giderek azalmıyor mu? Daha ne kadar dayanabileceğiz ki.

Toprağa boşalttığımız organik olmayan atıkların ilköğretime başlamamış bir çocuk bile doğanın kirletildiği anlamına geldiğini bilir. Ya bizler, organik olmayan şeyleri gıda diye aldığımızda kirlendiğimizi bilmiyormuyuz? Kanserlerin, romatizmal hastalıkların, kalp damar sistemi hastalıklarının, otizmin, allerjilerin, diyabetin, obezitenin giderek artmasının sebebi bu değil mi? Tüm bunları göz önüne getirdiğinizde doğamızı, toprağımızı adam etmeden kansere çare bulabileceğimize inanıyormusunuz gerçekten.