Kıymetli okurlarım. F.Dostoyevski diyor ki; Bir insan hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir. Çok derin bir söz. Konumuz gereği bu sözü beslenme alışkanlıkları üzerine yansıtacağız.

Doğal beslenmeden uzaklaştıkça gıdalarımız pratik, raf ömürlü, lif, mineral ve vitaminlerden fakir gıdalar ile yer değiştirmekte ve bu da süratle bizleri hem bedenen hem de ruhsal açıdan yıpratmaktadır. Genlerimizin baş edemeyeceği doğal olmayan yiyeceklerle beslenirsek hücrelerimiz yıpranıyor ve normal görevlerini yapamıyorlar. Sonuçta genetik yapımız ile uyumsuz olan ve kendi ellerimizle hazırladığımız bu yeni beslenme tarzı bizlere şişmanlık, koroner kalp hastalıkları, şeker hastalığı, felç, depresyon, hiperaktivite, otizm, reflü, ülser, astım, kanser, romatizmal hastalıklar, kronik yorgunluk hali, kemik erimesi ve son yıllarda müthiş artış gösteren kronik pek çok yıpratıcı ve soğuk iltihap dediğimiz hastalıkların oluşumu ile cevap veriyor.

OBEZİTE NEDEN PATLAMA YAPTI?

Rafine şeker kullanımı 150 yıl öncesine oranla kişi başı yıllık tüketim olarak 40 kat kadar arttı. Yüksek oranda beyaz unlu gıdaların tüketimi artarken, taze sebze meyve ve diğer doğal besin kaynaklarının kullanımı azalarak hücrelerimizin tanımadığı gıdaları tüketir olduk. Çevremizi, oksijenli ortamlarımızı toksik maddelerimizle hızla kirletirken hareket etmeyi unuttuk. Güneşlenip bronzlaşmak ön plana geçti ama D vitaminini güneşten almamız gereğini unuttuk. Dibimizdeki marketlere bile artık gitmeyip internet üzerinden, telefonlar ile alışverişlerimizi yapmaya başladık. Binlerce yıldır bizi bu günlere taşıyan Anadolu Mutfağı’nın doğal ve lezzetli yemeklerini bırakarak obezite ile mücadele için milyar dolarlar harcayan batının beslenme modellerini benimsemeye başladık. Çocuk beslenmesi konusunda bir dahi kabul edilen Dr. Robert H Lustig 2006 yılında Pediatric Annals adlı tıp dergisinde ‘’Obezite batı tarzı bir beslenmenin mahsulüdür’’ demektedir.

OBEZ HASTALARI NELER BEKLİYOR?

Obezite kabaca vücudumuzda normalden fazla yağ birikmesidir. Kadınlarda yağ oranının vücudun % 20-22 sinden fazlası, erkeklerde ise % 18 inden fazlası ile obezite oluşmaya başlar. 2005 yılında yapılan bir çalışmada obez farelerin hücre ölüm hızları normal farelerin 30 katı bulunmuştur. İnsanlarda da bu hız yüksektir.

Şişman bireylerde kalbin iş yükünün fazlalığı, eklem, kas ve kemiklerimize binen yükün fazlalığı, karın içerisinde birikmiş yağların bizzat kendilerinin damar sertliği ve iltihap yapan maddeler üretmesi, karaciğer gibi hayati bir organın giderek yağlanıp işlerini yapamaması, solunum sistemimizin oksijeni iyi kullanamaması sonucunda, günlük hayattaki yorgunluk, uykusuzluk ve dikkatimizi toparlayamama nedenleri ile oluşan iş gücü kayıplarımız, beğenilmeme ve dışlanma korkumuz, çeşitli kanserlere yakalanma riskimizin fazla olması, bunama, kısırlık riskleri ile birlikte, sonuçta obezite, rahatsız bir yaşam ve erken öldüren bir hastalık olarak tanımlanabilir.

Göbekte yağ birikimi karaciğer yağlanmasının başladığını ve artık vücudumuzda hakimiyetin yağların eline geçtiğini, bir an önce önlem alınmaz ise kaçınılmaz sona doğru yola çıkıldığını gösteren en önemli bulgudur.

Yağ dokusunu bir tümör olarak görebiliriz. Çünkü kontrolsüz büyür, diğer hücrelerin besinlerini çalar ve her zaman bağışıklık sistemimizin savaşçı hücrelerinin saldırısına uğrar.

Ancak obezite konusunda yıllarca çalışmış bilim adamları yağlarımızdan (kilomuzdan değil) % 10 kadar vermekle bile kan yağlarında, tansiyonda, şeker hastalığında, kalp damar hastalıklarında, kemik erimesi ve kireçlenmelerde, kanserlere yakalanma hızında inanılmaz azalmalar olacağını ve yaşam kalitesinin % 80 lerin üzerine çıkabileceğini kanıtlamışlardır. Bu nedenle günümüzde öncelikle kozmetik amaçla ve genellikle yaz dönemine girişte hızlanan kilo verme isteğinin aslında ne kadar önemli olduğunu ve ne kadar basit metodlar ile verilebileceğini asla unutmamak gerekir.

Asla unutulmasın. Bu çok önemli bir bilgidir. Şişman insanlarda yağ hücrelerinin yapımı kadar yıkımı da fazladır. Bu hücreler ölürken içlerindeki her maddeyi serbest bırakırlar. Bunları temizlemek için harekete geçen vücudumuzun savaş hücreleri vücutta bir savaş ortamı (iltihap) oluşmasına sebep olurlar. Bu kronik iltihap devam ettiği sürece vücut bir savaş halindedir. Ülkelerde savaş hali o ülkeyi ne hale sokuyorsa vücudumuzda aynısını yaşar. Hiç kuşkunuz olmasın.