Menderes 1950’lerin sonlarında ABD’den kredi tekliflerine olumlu cevap alamayınca; Sovyetler Birliği’ne yönelir. DP’nin sonunu hazırlayan ana sebep budur. Moskova da Menderes’in isteklerine olumlu yaklaşmıştı. ABD’nin iznini almadan Moskova ile iletişime geçilmesi affedilemezdi. Dış politikada ABD yörüngesinden çıkılacak kuşkusu oluşmuştu. “27 Mayıs darbesi olmasaydı Menderes Moskova''ya gidecekti.

CHP hükümetinde Milli Savunma Bakanlığı yapan diplomat siyasetçilerden Hasan Esat Işık şunları söyler: ''Menderes ve Fatin Bey''i deviren Amerika’dır.                                                               

Darbe sonrası başkan Eisenhower’in, Cemal Gürsel’e “darbe hareketinden duyduğu memnuniyeti” bildiren bir dostluk ve kutlama mesajı göndermiştir Yine ABD’nin darbeden kısa bir süre sonra, Türkiye’ye 400 milyon dolarlık yardımda bulunması da ödül gibidir. Darbedeki CIA parmağı ise 21 Ocak 1972 tarihli The Daily Telegraph’ta açıklanır. O günkü Türk hükümetinin bu iddiayı yalanlayacağı yerde, ilgili gazete nüshasının yurda girişini yasaklaması ise, bu açıklama karşısında tereddüt bırakmamıştır.(O dönem 1971 muhtırasının hüküm sürdüğü, darbe dönemi idi ve iş başında toplama bakanlardan oluşan ikinci Nihat Erim hükümeti vardı)

Darbeciler, IMF'de çalışan Kemal Kurdaş'ı Maliye Bakanı, Amerikan yanlısı olarak bilinen diplomatlardan Selim Sarper'i Dışişleri Bakanı, General Fahri Özdilek''i de Milli Savunma Bakanı olarak atamışlardı.(IMF’ci ABD’ci kritik atamalar !!!)

Bazı notları buraya almanın gerekli olduğunu düşünüyorum. 28 Mayıs; Darbenin ertesi günü CHP’nin yayın organı Ulus Gazetesinde Bülent Ecevit şunları yazıyordu: “ karanlık günler sona erdi, günaydın Türk milleti. Dün Türkiye'de bir büyük inkılap gerçekleşti, kökleşti. Bu inkılap vatandaş şuurunda boy verdi, gençlik kanı ile sulandı, ordu eli ile pekişti. Türkiye halkı, dün sabah uyandığında, güneşin ışığıyla beraber hürriyetin aydınlığına da kavuştu. Sağ olasın Türk ordusu, günaydın Türk milleti.”

Aziz Nesin ise aynı gün Akşam gazetesinde sevincini şu vıcık mı vıcık cümlelerle ifade ediyordu:  “ … Sağ ol generalim, sağ ol albayım, yarbayım, binbaşım, yüzbaşım! Sağ olun yiğit komutanlarım! Var olsun Türk Ordusu.” 

27 Mayıs darbesinden sonra gazeteler; “Çarşafla Mücadele Haftası Başladı” diye manşetler atmışlardı. Dönemin İstanbul Valisi Refik Hamit Tulga, makam arabasıyla giderken yolda gördüğü bir çarşaflı kadını, koruma polisine emir vererek tutuklatmış hatta çarşafını çekip zorla üzerinden aldırmıştı. (Habername 21 Mayıs 2012 Naim Özgüner) Güneydoğuyu işgal eden Fransız haini de Maraş’ta ve Antep’te çarşafa el uzatmıştı da boyunun ölçüsü almıştı (Bu iki ilimizde düşmana karşı kutlu mücadeleleri sonucunda, Maraş’a Kahraman, Antep’e ise Gazi unvanı verilmiştir.)

27 Mayıs1960 darbesinde camilerde darbe ve çarşaf hutbeleri okutan darbeciler, “darbeyi mahsus Cuma günü yaptık, darbenin gayelerinden biri de dinimizi takviye etmektir” diyordu. Öte yandan İstanbul’a atadıkları vali Tulga müftü ve imamları toplayarak İstanbul’da çarşaflı kadınların çarşaflarını çıkarmak için yapılması gerekenleri anlatıyor. Uygulamaya ilk önce imam ve müftü eşlerinden başlanacağını söylüyordu. İsmail Kara’nın “Zafer değil Sefer” adlı kitabındaki anlatım aynen şöyle: “Mahmut Hoca da bu toplantıya çağrılan imamlardan biriydi. Sıra Mahmut Hoca’ya gelince ona da bir pardösü uzatıldı ve teklif tekrarlandı. Mahmut Hoca şöyle cevap verdi: Ben bir eş olarak hanımıma böyle bir teklifte bulunamam. Hanımımın üzerinde kendimi buna yetkili görmüyorum. Buna ancak eşim karar verebilir. Eğer siz kendinizde böyle bir güç görüyorsanız buyurun kendiniz giydirin.” İsmail Kara bu durumu yorumlarken diyor ki: “Mahmut Hoca, kadın hakları- kadınlara tahakküm konusunda ahkam kesen Kemalistlere, ordu mensuplarına da iyi sayılabilecek bir ders vermiş oldu.”

Yakın tarihimizde yüzümüzü kızartan uygulamaların, sözüm ona yargılamaların yapıldığı bir dönemdir. Menderes'in avukatı Talat Asal, 27 Mayıs darbesi sonrası kurulan mahkemede Afgan Kralı'nın Menderes'e hediye ettiği At'ın yediği otun parasının bile istendiğini söyler. Sadece bu kadar değil elbet; Adnan Menderes’in, infazından 9 gün sonra o zamanki kanun gereği evine gidilerek, kapısına idam hükmünün bir sureti asıldı. Menderes için kullanılan ipin, idam gömleği, cellat ve imam ile son gün yiyip içtiklerinin parası da eşi Berin Menderes’ten alındı

Prof Osman Can darbe sonrası Neyi inşa ettiler?” sorusunu sorar ve1950`de neyi kaybettilerse onu daha rafine bir şekilde restore ettiler. İttihatçı, tek partici antidemokratik zihniyete uygun yapıyı yeniden ürettiler. 1924 Anayasasının öngördüğü merkeziyetçilik tüm Türkiye’nin tek parti diktatörlüğü tarafından kontrol edilmesine imkân sağlıyordu. Ancak 1945 sonrası muhalefet partilerinin kurulmasına izin vermek zorunda kalınınca, merkez, toplumsal muhalefetin eline geçti. Bir daha bunun yaşanmaması için 1924 Anayasasının açık bıraktığı tüm kapılar kapatılmıştır. Bu vesayet sisteminin yazılı anayasasıdır.”

Açıklamak gerekirse; kendileri iktidara gelemese de, fikirleri iktidardır. Sen büyük bir çoğunlukla iktidara gelsen de muktedir olamazsın. Bir şirket düşünün, şirketin hisse çoğunluğu o yapının elindedir. Sistem içinde (o dönemde) başbakan şirket CEO’su gibidir. Yol yap, köprü yap, milletin karnını doyur, bizim belirlediğimiz çizginin dışına çıkma. Çıkarsan; sözleşmeni feshederiz, darbe ile muhtıra ile inersin.

Anayasa mahkemesi ile TBMM, Danıştay’la da hükümet kontrol altına alınmıştı. Biz ilk yıllar çok sayıda kanun yaptık. Aslında bunun nedeni: Danıştay’ın çıkarılan tebliğleri, genelgeleri iptal etmesiydi. Kanunu iptal edemediği için bu yola başvurduk. AYM ise “CHP’nin, bu kanun AYM’den dönmelidir!” dediği hemen her yasayı iptal ediyordu, üstelik yetkisi olmadığı halde hukuku sakatlayarak. Anayasa Mahkemesi Anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden inceleyebilir. (Teklif eden sayısı, teklifin mecliste iki kez görüşülmesi, oylama süreleri, oylama şekli gibi) konulara bakabilir. Diğer kanunlarda olduğu gibi değişikliğin esasına giremez. Düşünebiliyor musunuz? Ak Parti, MHP işbirliği ile hazırlanan yasaya, bağımsızlar ve DTP (bu günkü HDP) destek veriyor. 550 üyeli TBMM’de anayasayı referandumsuz değiştirecek ezici bir çoğunlukla başörtüsü düzenlemesi yapılıyor, ertesi gün  “411 el kaosa kalktı” manşeti atıyor ve AYM allem kulem yasayı iptal ediyor. (O dönem 330 oyla Anayasa değişir ama referanduma giderdi, 367 oyla referandumsuz direkt mecliste değişirdi. 411 gibi hayalleri zorlayan bir oy yok sayılmışsa buna ne hukuku denir?) Yeni sivil bir anayasa yapılmadığı sürece vesayet virüsü ölmez! Bu gün bir AYM üyesinin “ışıklar yanıyor” hezeyanı bu virüsün göz kırpmasıdır.