AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplanan AK Parti Merkez Kurulu Yönetme (MYK) toplantısı devam ederken basın mensuplarının sorularını yanıtladı.


Çelik, emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) düzenlemesinin ne zaman Meclise sunulacağı ve muhalefetin, "EYT'yi bilerek geciktiriyorlar, seçimi bekliyorlar" şeklindeki eleştirilerine yönelik soru üzerine, “EYT konusuyla önemli olan siyasi iradenin ortaya çıkmasıydı. Meclis'in kendi çalışma takviminde en hızlı şekilde sonuç alınacak. Bakanımız açıklama yapmıştı, Şubat veya en geç Mart'ta olacak. Kendi takvimi içerisinde yürüyor. İrade ortaya çıkmıştır. Bakanımız da gerekli açıklamayı yaptı. Bu çerçevede herkes müsterih oldu. Şubat en geç Mart ayı içinde sonuçlanacaktır” diye konuştu.


Sözcü Çelik, seçim takvimiyle ilgili soruya şu şekilde cevap verdi:
“Bir şifre verdim, 'Biraz geriye çekebiliriz ama bu çok geriye çekme, yani erken seçim anlamına gelmeyecek' dedim. Dolayısıyla şimdi birkaç tarih konuşuluyor zaten, kamuoyu da takip ediyor. Bu çerçevede seçim tarihini somutlaştırdığımız zaman sizinle paylaşırım ama dediğim gibi çok kısa bir süreli olarak bir güncelleme söz konusu olacak" dedi.


‘Siyasette alkış tartışması’ üzerine sorulan soruya Sözcü Çelik, “Yüce Meclis zaten tartışma yeridir ama çıkıp da Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesine 'Orta Doğu'da bol apoletli generaller gibi' derseniz bu siyasi bir eleştiri değildir, bu hakarettir ve biz de bu hakareti size yaptırmayız. Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri kaç ülkede barışı koruma misyonuyla bulunuyor? Ne kadar çok operasyon gerçekleştiriyor? Şimdi bunun karşısına çıkıp da bunu yöneten ve askeri nitelikleri dünya tarafından da takdir edilen komuta kademesine siz 'Orta Doğu'nun bol apoletli generalleri gibi' derseniz, ben de onlara Orta Doğu'nun bol apoletli generalleri gibi bir zihniyet arıyorsanız kendi siyasi mantalitenize bakın, kendi siyasi idrakinizle yüzleşin derim. Biz bunun ayırt edilmesi gerektiğini düşünüyoruz” ifadelerine yer verdi.

Muhalefetin bir anayasa taslağını açıkladığını hatırlatan Çelik, “Bu anayasa taslağında hem Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, hem Başbakanlık tarafından seçiliyor ama Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının hiçbir şeye karışmayacağını hatta görev süresini tamamladıktan sonra hiçbir siyasi partiye üye bile olmayacağını iddia eden apolitik bir yaklaşım söz konusu. Kafalarında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi yok. Türkiye'de Cumhurbaşkanı, Başbakan arasında ağır bir siyasi tartışmanın her an orada bir nükleer bomba gibi durduğu bir modeli ortaya çıkarır, devlet çekirdeği Cumhurbaşkanı, Başbakan geriliminde ortadan ikiye bölünür ve Türkiye'de o ortadan ikiye bölünmede geçmişten daha tehlikeli daha acı vesayet türleri hem siyasi hayatımızı kuşatır hem demokrasimizi felç eder. Dolayısıyla bu model bu şekilde ortaya sunulan model sivil siyaseti demokratik kazanımları ileriye götüren bir yaklaşım değil, sivil siyaseti felç eden demokratik kazananları yok eden bir yaklaşımdır. Bu modelin nasıl uygulanacağına dair bu geçiş döneminde kendilerinin kafasındaki geçiş döneminde bir yaklaşım ortaya koydular. Orada da net bir şekilde şunu söylüyorlar ‘Cumhurbaşkanı bu 6 kişinin ya da daha fazlasının neyse onayını almadan herhangi bir siyasi karar alamayacak ve herhangi bir şekilde atama yapamayacak’. Atama yaparlarsa ne olur ? O zaman mutabakat bozulur. Ülke seçime gider. Bu şekildeki bir model demokratik bir model değil. Bu model bir polit büro modeli ve kendi Cumhurbaşkanı adaylarını şimdiden etkisiz eleman olarak kendilerinin kuracağı bir denetleme iktidarının nesnesi olarak konumlandırdıklarını gösteriyor. Bu haliyle altılı eş başkanlık sistemidir. Cumhurbaşkanlığı olduğu zaman yedili eş başkanlık sistemi ya da masanın gizli ortağı varsa o da masada söz talep ettiğinde 8 ile 9'u Eş başkanlık sistemi olur” diye konuştu.


Sözcü Çelik sistemle alakalı sözlerine şu şekilde devam etti:
“Şimdi bunu eleştirdiğiniz zaman diyorlar ki işte bu aslında demokratik bir sistemdir bu bütün meselelerin istişareyle yürüyeceği bir şeydir. Şimdi devlet hayatı içerisinde ortak karar üretmenin, ortak karar almanın mekanizmaları belli güvenlik alanında Milli Güvenlik Kurulu var, ekonomik alanında başka alanlar var, Meclisin merkezde olduğu alanları var, anayasal düzen içerisinde ki durum belli şimdi bu yaklaşım anayasal düzeninin dışında siyasi bir paralel yapı ortaya çıkarıp anayasal düzenin bu siyasi paralel yapı tarafından o düzenin üstüne çıkarak denetlenmesi kısıtlanması çeşitli şekillerde ona bir sınır biçilmesi ona bir yön verilmesi anlamına geliyor. Şimdi bunu Türkiye eskiden gördü eskiden ne oluyordu eskiden seçilmiş hükümetin üstünde vesayet zamanlarında seçilmiş hükümetin üstünde parlamentonun üstünde Milli Güvenlik Kurulu konumlandıran, Milli Güvenlik kurumunu vesayet mekanizması haline getirip hükümetin üstünde bir yapı olarak konumlandıranlar vardı. Cumhurbaşkanlığı makamını, vesayet zamanlarından bahsediyorum. Seçilme hükümetin üzerinde seçilmiş hükümetin üzerinde, onun herhangi bir şekilde milli irade adına yönetirken yönetme kabiliyetlerini kısırlaştıran ve kısıtlayan bir yapı olarak işlevselleştirilmesini sağlayan dönemler yaşadı Türkiye. Anayasanın üzerinde sadece kendilerinin okuduğu kendilerinin yorumladığı Milli Güvenlik siyaset belgesine göre böyle deniyor diyerekten anayasanın üzerinde bir siyasallaşma öğretiyorlardı. Bütün bu şey içerisinde baktığınızda tablo içerisinde O vesayet dönemlerinin Türkiye'yi demokratik olarak nasıl büyük sıkıntıların içine soktu devlet millet ilişkisi açısından toplumsal dokumuzu Bozan kardeşliğimizi zedeleyen birlik ve bütünlüğümüzü delik deşik eden ne gibi sonuçlar doğurdu geçmişte çok görüldü. Devlet hayatının her tarafında gruplaşmaların milletten kopuk bir şekilde milletin üzerinden milletin seçtiklerinin üzerinde bir vesayet alanı olarak ortaya çıkmasının acı bedellerini darbeleri, vesayet dönemlerini memleket gördü. Devlet çekirdeğini nasıl bölündüğünü gördü devlet içerisindeki kavgaların milletin hayatına ve ülkenin geleceğine nelere mal olduğunu gördü. Şimdi bu modelin o modellerine farkı var? Oradaki milletin seçtiğinin milletin verdiği yetkiyle, milletin verdiği talimatla yönetimini kısıtlayan o modellemenin başka bir şekilde ortaya çıktığını görüyoruz. Dolayısıyla bu bir siyasi politbüro modelidir. Buradan demokratik bir şey çıkmaz. “


"Buradan güçlendirilmiş bir parlamenter sistemde çıkmıyor"
Muhalefetin güçlendirilmiş bir parlamenter sistem olduğunu belirten Çelik, “Buradan güçlendirilmiş bir parlamenter sistemde çıkmıyor. Bütün yönetim mekanizması geliyor oradaki bir altı yedi sekiz neyse işte o kadar kişilik bir yapının iş dengelerine mahkum ediliyor. O yapının işten engelleri içerisinde yani siyasi sistem, memleketi yönetmek ülkenin sorunlarını çözmek yerine o yapının dengelerini yönetmek üzere kodlanmış oluyor o şekilde işlevselleştirilmiş oluyor. Dolayısıyla ortaya çıkan bu tablo demokrasimizi felç edecek demokratik kazanımlarımızın tamamını ortadan kaldıracak ve büyük devlet krizleri ortaya çıkaracak milletin geleceğinden çok şey çalacak bir yaklaşımdır. Ondan sonra bunun tahsil edilmesi için bir sürü yeni ek şeyler koyuldu. O vesayet yazılımına yeni aplikasyonlar eklendi. Ama ortaya çıkan tablo şudur buradan demokratik bir model çıkmıyor. Bu kadar ki toplantıdan sonra haklı olarak kamuoyu da bir demokrasi hakkında bir şey söyleyecekler mi ya da geçmişte o masada geçmişte parlamenter sistem varken, parlamenter sistemin iyi işlemesini felç eden her türlü vesayeti tahrik eden siyasi parti var. Masaya liderlik ediyor, onun geçmişteki vesayet modelinden kurtulmasına dönük ne gibi bir tecrübenin içinden geçerek ne tür sonuçlar çıkardığını, iyi kötü herkes merak ediyordu. Sonuç olarak ne olmuş retorik değişmiş şekil değişmiş, ama içerik aynen kalmış hiçbir şekilde Türkiye'nin sorunlarıyla yüzleşemeyecek Türkiye'nin geleceğine hiçbir katkısı olmayacak. Bu haliyle de zaten milletten herhangi bir şekilde onay alamayacak bir yapının ortaya çıktığını görüyoruz” diye konuştu.
Mültecilerle ilgili yeni yılda da gündemin devam ettiğini aktaran Çelik, “Akdeniz ve Avrupa'ya ulaşmaya çalışmaya dönük birtakım vahşi şekilde görülmeye devam ediyor. 1951 Mülteci Sözleşmesi'nin geri gönderme ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir. Toplu sınır dışı etme yasağının ihlali anlamına gelmektedir. Adil yargılanma hakkı temelindeki bütün hükümlere aykırı bir uygulamadır. AB sığınma yasasında, temel haklar şartında tarif edilen bütün ilke ve prensiplerin ihlali anlamına gelmektedir.


Akdeniz, Frontex işbirliğiyle ölümden kaçan insanlara mezar haline getirilmektedir. Bunlara işkence ederek bu uygulamaları devam ettiriyorlar. Aynı zamanda işkence ve kötü muamele yasağını ihlal eden bir yaklaşımdır.
Bu yıl da daha da vahşi bir şekilde devam etmesi karşısında AB'ye bir uyarı daha yapıyoruz. Yunanistan, Frontex işbirliği temelindeki bu zulüm sizin bütün yaklaşımlarınızı berhava etmektedir” şeklinde konuştu.

Sözcü Çelik, İsveç’te terör örgütü PKK yandaşlarının Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyetine değerlerine dönük ortaya koyduklarını çirkin saldırıyı Cumhur İttifakı olarak en sert tepkiyi verdiklerini, muhalefet partilerinin eylemi kınayan, teröre karşı dayanışmayı büyüten açıklama yapanlara teşekkür ettiklerini söyledi. Yapılan eylemlerin ifade hürriyetiyle alakası olmadığının altını çizen Çelik, “Bolca demokrasi diyenlerin çoğulculuk diyenlerin özgürlük diyenlerin bu alçak terör eylemi karşısında yine suskunluğa bürünmesinin aslında bir şekilde bu terörü desteklemekten başka bir anlama gelmediğini bir kere daha görmüş olduk. Burada özellikle İskandinav ülkelerinde bu tip eylemler genelde yargı bağımsızlığı çerçevesinde değerlendirilirken o tip yargı kararlarında ifade hürriyetine daha çok vurgu yapılır. Bunun tabii ifade hürriyetiyle falan hiçbir şekilde bir ilgisi yok. Bir başka ülkenin devlet başkanının öldürülmesini modelleyen böylesine çirkin bir mesaj veren bir eylem Dünya’nın hiçbir yerinde bir şekilde ifade hürriyeti olarak kabul edilemez” diye konuştu.


İsveç Başbakanı’nın bu eylemi kınadığını hatırlatan Çelik sözlerine şu şekilde devam etti:
“Biz iki siyasetçisini suikaste kurban vermiş bir ülkeyiz, başka bir ülkenin devlet başkanına karşı bu şekilde bir sahte mesaj gerçekleştirilmesini asla kabul edemeyiz. Bu son derece ciddi bir durumdur dedi. Aynı zamanda da bunun İsveç'in NATO üyeliğinin engellenmesine dönük bir sabotaj oldu ifade etti. Şimdi burada şunu ifade etmek gerekir ki, İsveç egemen bir ülke eğer o ülkedeki terör grupları, İsveç'in kollektif bir güvenlik örgütü olan NATO'ya üyeliğini engelleyecek sabotajlar yapıyorsa bu durumda İsveç'in bunun gereğini yerine getirmesi gerekir. İlk olarak da bunun gereğini yerine getirilmesi ile ilgili olarak ilk olarak söylediğimiz neydi? Bu şahısların tutuklanması ve gereken cezanın verilmesi. Toplantıya girerken bilgi aldım. İsveç’teki savcı bunların cezalandırılmayacağını söylemiş. 'Bunların yaptığı işin hakaret davası olarak ele alınabileceğini bu şekilde bir inceleme yaptıklarını ama bu incelemeler neticesinde herhangi bir cezalandırılmayacağını söylemiş'. Bu savcının açıklamasından şu çıkıyor ‘ İsveç’te isteyen terör grubu isteyeni yapabilir. Dost ileride müttefik olmayı düşündüğü ülkelerin devlet başkanlarını ölümle tehdit edebilir’. İsveç bu terör yanlışlarının propaganda merkezi olarak kendisini konumlandırır. Bu durumda İsveç Başbakanın ve İsveç otoriterlerini şunu düşünmesi gerekiyor ‘sizin NATO gibi bir güvenlik örgütüne üye olma girişimlerinizi sabote edecek kadar siz buna sabotaj diyorsunuz. Eylem yapabilenler karşısında yargınızın bunda cezalandırılacak bir durum yok’ demesi bambaşka bir tablo ortaya çıkarıyor. Demek ki terörle mücadelelere konusunda ve siyasi otorite ile yargının yaklaşımı arasında tamamen birbirine zıt ve bu açıdan bakıldığında da İsveç'in milli çıkarlarını aykırı bir durum var. İsveç'in yasalarını buna göre revize etmesi lazım, değiştirmesi lazım. Türkiye ile yaptıkları müzakerelerde de terörle mücadele konusunda yasalarını ciddi bir şekilde revize edeceklerini ve daha güçlü bir hale getireceklerdi bir takım söylemişlerdi. Bir takım adımlar attı ama ortadaki tablo budur. “


İsveç’teki eylemlere ilişkin konuşan Sözcü Çelik, “İsveç'te terör gruplarının birer hafta arayla 10 tane 15 tane eylem yaptığı düşünün ve bu eylemlerin her birinde bir Avrupa Birliği üyesi ülkenin Başbakanlığı ya da Devlet Başkanlığı onun sahte bir maketini yaparak onun asıldığı bir gösteriyi bizim Cumhurbaşkanımıza yaptıkları gibi o terör gruplarının yaptığını düşünün. İsveç buna müsaade eder mi? böyle bir şey kabul edilebilir mi?. Söz konusu bile olamaz. Herhangi bir yerde terör gruplarından bir tanesinin başka bir ülkede İsveç'i yönetenlerle ilgili onların sahte maketlerini yaparak onların asıldığı bir gösteri ortaya koyduğunu düşünün. İsveç'in buna dönüp tepkisi ne olur ? Üstelik de iki büyük siyasetçisini suikasta kurban vermiş bir ülke olarak ona tepkisinde ne olur ? Tablo açıktır bu yapılan şey ilkesel bir şey değildir. Bu konudaki çifte standart açıktır. Bütün bunlara rağmen Türkiye, İsveç'in NATO üyeliğine olumlu baksın diyenlerin şunu düşünmesi gerekir. Düşünün İsveç diyelim ki bir NATO üyesi olsa, ona da Türkiye'nin de bulunduğu masada İsveç ile beraber veya benzer ülkelerle beraber teröre karşı nasıl ortak belge üretebiliriz. Teröre karşı mücadele konusunda nasıl yeni kararlar alacağız. NATO bundan sonra nasıl davranacak NATO üyesi ülkeler bundan sonra nasıl davranacak diye bir tartışma yapıldığını düşünün. Ama o sırada da NATO üyesi ülkede sizin devlet başkanınıza dönük suikast modellemesi yapılıyor bu hiçbir yerde kabul edilemez. Türkiye Cumhuriyeti bunu kabul etmez” diye konuştu.


Türkiye’nin yaklaşımının NATO’nun genişlemesinden yana olduğunu ifade eden Çelik, “Ortaya çıkan tablo dünyadaki yeni tehditler dünyada giderek asimetrik tehditlerin daha çok artması ve tehdit yelpazesinin giderek genişlemesi ve derinleşmesi NATO'nun genişlemesini önemli bir günden maddesi olarak önümüze koymaktadır. Biz de NATO'nun genişlemesini destekliyoruz prensip olarak. Ama burada terörle mücadele konusunda işbirliğinin artması ve bu konuda da ilkeli bir yaklaşım sergilenmesi şartıyla” dedi.


NATO içerisinde çeşitli terör örgütü gruplarına destek verildiğini hatırlatan Çelik sözlerine şu şekilde devam etti:
“Fransa örneğindeki yargı sürecini anlattım Amerika'nın PKK YPG'ye verdiği destek ortada başka ülkelerin verdiği destek ortada o zaman bunlar onun içini boşaltmak anlamına gelir. Hepimiz birimiz için ilkesidir. Ama bizim ülkemizi tehdit eden askerimize vatandaşlarımıza saldıran bir terör grubunu siz himaye ederseniz onunla ülkemizde maddi kaynak elde etmesine izin verirseniz o zaman burada müttefiklik diye bir şeyden bahsedilemez. Meclis Başkanımız doğru bir karar alarak İsveç Meclis başkanından Türkiye'ye dönük ziyaretini iptal ettiğinde, İsveç Meclis başkanı bunu anlayışla karşıladığını son derece üzücü bulduğunu ve buna karşı tedbir alınması gerektiğini söyledi. İsveç’teki bütün otoriteler bunu söylüyor dolayısıyla buradan bakıldığında İsveç'in yapması gereken Teröre karşı mükellefiyetlerini yerine getirmesi ve Türkiye'ye verdiği sözleri tutarak yoluna devam etmesidir.”


İstanbul’da Rami Kışlasının kütüphaneye dönüştürüldüğünü ifade eden Çelik, “Türkiye'nin her alanda bir ileri aşamaya taşınmasına dönük siyasi irade güçlü bir şekilde yoluna devam ediyor. Her hafta bir ilde Cumhurbaşkanımız yeni açılışlar gerçekleştirerek Türkiye'de her alandaki çıtanın daha ileriye koyulması yönündeki iradenin nasıl güçlendiğini gösteren vatandaşlarımızla buluşmalar gerçekleştiriyor. İktidarın iyi işler yapması kadar muhalefetin de kaliteli bir siyaset üretmesi demokratik siyaset temelinde doğru yaklaşımlar üretmesi son derece kıymetlidir. ama biz yeni yılın geçtiğimiz yılın son aylarından şimdiki zamana kadar olan tartışmalara başladığımızda muhalefetin siyaset üretme konusundaki yaklaşımının bir siyaset üretiminden çok bir siyasetsizleşme bir anti siyasettir. Bir şekilde siyasettin her alanda parçalanması dağılması Türkiye'yi yönetme kabiliyetini kaybetmesi şeklinde bir gidişat içerisinde olduğunu görüyoruz."